Günümüz dünyasında yaşayan insanları hiç gözlemliyor musunuz? Ben zaman zaman üzerine düşünüyorum. Ne için ve ne uğruna yaşıyoruz diye sorguluyorum bazen. Hep bir koşturmaca hep bir telaş hali mevcut. Arzularımızı tatmin etmek için sonuna kadar enerjimizi harcıyoruz. Peki nedir bu ulaşmak istediğimiz ve uğruna bir sürü fedakarlıklar yaptığımız şeyler?

Kendimizi öyle bir kaptırmışız ki, bir an için durup, ben nereden geldim, nereye gidiyorum ve hepsinden önemlisi nasıl yaşıyorum gibi soruları kendimize sormuyoruz.

Peki insanların enerjilerini en çok harcadıkları şeyler neler? Bunu ortaya çıkarmak için sosyolog olmaya gerek yok sanırım. Kendimize ve etrafımıza bakarsak bu sorunun cevabını bulacağımızı düşünüyorum. Bu konu üzerine düşündüğümde aşağıdaki arzuların temel olarak bizi motive ettiğini ve günlük aktivitelerimizin önemli bir kısmını bu arzuların güdümünde geçirdiğimizi görüyorum. Nedir bu arzular?

1- Beğenilme arzusu:

Özellikle sosyal medyanın gelişmesi sonucu, herkes kendini gösterme yarışına girdi. Hatta bu gösterme doğal bir gösterme değil, kendini olduğundan daha iyi gösterme ve başkalarına beğendirme arzusu. Psikolojik açıdan bu önemli bir tehlike aynı zamanda.

Sosyal medyanın insanları narsist yaptığına dair iddialar var. Sadece sosyal medyada da değil, günlük hayatta da nerede yemek yedik, ne giydik, nerede eğlendik, nereye tatile gittik, ne kadar bilgiliyiz, ne kadar değerliyiz bunları paylaşmanın yarışına girmiş durumdayız. İnsanlar bizi beğensin, değer versin, önemsesin diye yapmayacağımız şey kalmadı. Bu hazzı biraz abarttık bence.

2- İtibar/Mevkii arzusu:

Önemli bir yere gelmek, güzel bir meslek sahibi olmak, iyi bir işe girmek de ciddi manada efor harcadığımız konulardan biri. Belkide ömrümüzün önemli bir kısmını buna hazırlanarak geçiriyoruz. Elbette geçimimizi sağlamak adına bir işe girmemiz gayet doğal.

Doğal olmayansa çok hırslı olmak, mesleğimizde yükselmek için her şeyi yapar hale gelmek, daha yüksek pozisyonlara ulaşmak için hayatımızın önemli bir kısmını vakfetmek ve bu noktaya geldimizde kendimizi çok değerli ve önemli hissedeceğimizi sanmak, hayatın temel amacı sanki buymuş gibi yaşamak ve karizmanın esiri olmak.

3- Şehvet arzusu :

Bizi peşinden koşturan diğer bir arzu ise şehvet. Gün geçtikçe bizi daha da içine alan ve normalleşen bir arzu bu. Televizyonlara ve medyaya bir bakın, önceden ahlaksızlık olarak görülen şeyler artık ‘normal’ hale gelmiş durumda ve normalimiz giderek bozulmaya devam ediyor.

Bunlara maruz kalan insanlar, farkında olmadan bu şehvet arzusunun güdümünde yaşıyor ve içindeki bu arzuyu sürekli doyurma ihtiyacı hissediyor. Doyurdukça bir noktada doygunluğa ulaşmasını bekliyor ama beklediği gibi olmuyor. Her seferinde bu arzu daha fazlasını istiyor. Bu arzu kimi zaman kendini ‘aşk’ olarak bize tanıtıyor.

Samimi bir duyguyla birinden hoşlanmak kötü olmayabilir belki ama çoğu kişinin aşk sandığı şey maalesef cismani bir arzudan başka bir şey değil.

4- Para Kazanma ve Sahip olma arzusu:

Giderek daha fazla tüketen, üretmeyen bir toplum haline dönüşüyoruz. Üretmek derken illa pazarlanacak bir ürün olması gerekmiyor bunun. Her insan kendince bir üretim içinde olabilir. Hatta bu üretimin en güzeli fikir üretmektir.

Bunun yerine biz içimizdeki boşluğu bir şeylere sahip olarak gidermeye çalışıyoruz. Arabamız olsun, evimiz olsun, sonra bir yazlığımız olsun, daha çok şeye erişebileceğimiz kadar paramız olsun. Daha güçlü ve diğer insanlardan farklı olalım diye uğraşıp duruyoruz.

Belki size garip gelecek ama çoğu insanın günlük hayatını incelesek, gün içinde yaptığı aktivitelerin büyük bir kısmını yukarıdaki 4 arzu ile eşleştirebiliriz. Peki geriye ne kalıyor? Geriye belki yaşamını sürdürmesi için yapması gereken yeme-içme, uyuma vb. aktiviteler kalıyor.

Peki insan bundan mı ibaret?

Biz sadece içimizdeki arzuları doyurmak ve hep daha fazlasına sahip olmak için mi yaşamalıyız?

Yukarıda bahsettiğim yaşam tarzı sadece ateistlere ait değil, bilakis kendini müslüman olarak tanımlayan çoğumuza ait. Bu durum size de çok endişe verici gelmiyor mu?

Kendini müslüman olarak tanımlayan birinin arzularının ekseninde yaşaması, tamamen hedonizmin (hazcılığın) esiri haline gelmiş olduğunu farketmemesi acıklı değil mi?

Her zaman olduğu gibi bunun da ilacını Kur’an’da aradım. İslam demek, irademizi Allah’ın iradesine teslim etmek demek. Müslüman ise kendini Allah’a teslim eden kişi demek. Böyleyken biz neyin peşinden gidiyorsak, kendimizi neye teslim etmişsek ilahımız da o demektir.

Eğer biz kendimizi Allah’a teslim etmek yerine, arzularımıza teslim oluyorsak ne yazık ki ilahımız da arzularımız olmuş olur.

Bakın Kur’an bu durumu nasıl tanımlıyor?

Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?, Furkan, 43

Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?, Casiye, 23

Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır. Naziat, 40-41

Eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez. Kasas, 50

Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilmiş de heveslerinin peşine düşmüş kimseler gibi olur mu? Muhammed, 14

Bu konuyu ne kadar gündeme getirsek de bence az. Zira gün geçtikçe daha çok heva ve heveslerimizin peşinden gidiyor ve dünya hayatı tek ve gerçek hayatmış gibi yaşıyoruz. Müslüman olarak bu şekilde yaşamamız belki de farkında olmadan bizi imanımızdan ediyor. Dinle tek bağlantımız dilimizde kalıyor.

Ne yazık ki yıllarca bize ‘La ilahe illlallah Muhammeden resullullah’ diyen herkes er geç cennete gidecek diyerek bizi kandırdılar. Oysa Kur’an’a baktığımızda hiç de böyle bir müslüman tanımı göremiyoruz. Kur’an’da bir çok ayet, inanmanın yanında salih amel işlenmesi gerektiğini vurguluyor.

Demek oluyor ki, cennete gitmek için sadece inandım demek yetmiyor. Nitekim Allah Ankebut Suresi 2 ve 3. ayetlerde insanların inandık demekle kurtulmayacaklarını bize söylüyor:

İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.  Ankebut, 2-3

Öyleyse

durup kendi muhasebemizi yapmalı ve kendimize şu soruyu sormalıyız. Ben bu hafta neler yaptım? Bu yaptıklarımın ne kadarı yaşamımı devam ettirmek için, ne kadarı arzularımı gidermek için, ne kadarı da ahiretim içindi?

Eğer bu soruya dengeli bir cevap verebiliyorsak ne güzel. Şayet arzularımız peşinde harcadığımız efor çok çıkıyorsa işte o zaman çekici dünya hayatına kendimizi kaptırmışız demektir.

Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi! Ankebut, 64

İçinde buluduğumuz mübarek ramazan ayında bu sorgulamayı yapmayı ve buna göre yaşamayı Allah bize nasip etsin.

selamlar

Gökhan