Ayın hareketleri gibi, güneş, rüzgarlar, bulutlar, denizler, ağaçlar her şeyle ilgili düşünmeyi hep sevdim. Yüzyıllar boyu benim gibi ve benden daha istekli insanlar bu konularda düşündüler ve bir çok keşiflerde bulundular. Ne yazık ki, benim gibi sıradan insanların bilim ile ilgili bilgisi ve algı düzeyi, gözle görülür somut fiziki kurallardan, kozmik ve atom altı boyuta inildikten sonra iyice zayıfladı.
Einstein’ın izafiyet teorisine kadar her şeyi algılamak oldukça kolaydı. Ondan sonra her şey sarpa sarmaya başlamıştı bizim için. Ne demekti zamanın göreliliği? Evrenin sürekli genişlemesi ne anlama geliyordu? Işık hızının ve diğer fiziksel sabitlerin anlamı neydi? Bunu anlamak sıradan insanlar için oldukça zorlaşmıştı. Maalesef ki, bu gibi kavramları bizlerin anlayacağı düzeye indiren çok kişi olmadı.
Her ne kadar bilim için bu araştırmalar yapılıyor olsa da, çalışmaların aslında felsefenin merak ettiği sorulara cevap vermesi de mümkün. Bugüne kadar, bilim ile din çoğu zaman ayrı tutularak değerlendirildi. Biri deney, diğeri iman etmek ile ilgili gibi görüldü. Sanki, bilim bize yaratıcının olduğunu ispat eden sonuçlar ortaya koymazmış ve din sadece bilinçsizce ona inanmamız gereken bir şeymiş gibi gösterildi. Halbuki, bilimi kullanarak yaratıcının olduğunu görmek mümkün. Hatta mümkünden öte bu gerekli. Hatta gerekliden de öte, insanın dünyaya gönderilmesinin en önemli nedenlerinden biri ..
Hubble teleskobunun yapılmasından sonra bilim insanları evrenin sürekli genişlediğini keşfettiler. Bu genişlemenin hızı yaklaşık 22 km/s olarak ölçülüyor. Büyük patlamada tüm evren bir arada ise, bu hıza bakarak, bizden 1 milyon ışık yılı uzakta bir galaksinin yaklaşık 13.5 milyar yıl içinde o kadar uzağa gitmesi mümkün olabiliyor. Bu da bize evrenin yaşını veriyor.
Bu neden önemli peki? Bu bize evrenin ezeli olmadığını, yani bir başlangıcı olduğunu gösteriyor. Bu başlangıcı da Bing Bang ile açıklıyor bilim adamları. Ancak bakıldığında bilim insanları hep ‘nasıl’ sorusuna cevap bulabiliyor. Onun da hepsine cevap bulabilmiş değiller. Benim merak ettiğim ise ‘neden’ sorusu. Bir hiçliğin ortasında patlama meydana getirecek madde nereden geldi? Ve neden patladı? Burada yokluğa karşı varlığın tercih edilmesi söz konusu. Bu tercihi yapan kim?
Bundan sonra bu bölümde, kainatla ilgili bilim insanlarının keşfettiklerini, bu keşiflerin felsefi açıdan ne anlama geldiğini, evrim teorisi ile yaratıcının olması senaryolarını çakışıp çakışmadığını, Tanrı parçacığının bulunmasının ne demek olduğunu, Kur’an’ın bize ilettiği mucizelerin bilimle nasıl bağlantısı olduğunu ve buna benzer konuları işlemek istiyorum. Çünkü bu insan olarak asli vazifemiz.
Gökhan