Son zamanlarda yaşadığımız olayları da dikkate alarak, bu konuyu işlemenin doğru olacağına kanaat getirdim. Ne yazık ki, dini anlama konusunda çok tembel ve safız.
Dini en iyi anlama ve öğrenme yolunun, kendimize doğru bir kişi bulup onun izinden gitmek olduğunu sanıyoruz. Bu nedenledir ki, ister istemez o seçtiğimiz kişiyi, farkında olmadan Allah ile aramıza yerleştiriyoruz. Bunun da neticesi çok acı oluyor.
İslamda ruhban sınıfı yoktur!
Din adamı diye bir şey yoktur, dini anlamaya çalışan adam vardır!
Dinle ilgili çok temel bir yanlış algımız var ne yazık ki. O da din konusunda, herkesi eşit düzeyde görmememiz. Bunun iki yönü var:
Birincisi, bazı insanları din konusunda daha üstte görmek, ikincisi ise kendimizi aşağıda görmek.
Esasında, bu ikisi aynı şeye işaret etmiyor mu diyebilirsiniz. Evet neticde öyle ama ikisinin etkileri bence farklı.
Birilerini kendinizden üstün görmeye başladığınızda, dini, onun gibi anlayamayacağınızı düşünmeye başlarsınız. Dini daha iyi anlamak için onun yardımına ihtiyacınız olduğunu düşünürsünüz.
Kendinizi daha aşağıda gördüğünüzde ise, sanki dini daha derinlemesine anlamak, sadece din adamlarının sorumluluğuymuş ama sizin değilmiş gibi düşünmeye başlarsınız.
Sanki, Allah’a sorumluluk noktasında herkes eşit değilmiş gibi algılarsınız. Din adamının görevi sanki hayatını dine adamak, sizin göreviniz ise normal hayatınızı yaşamak gibi bir yanılgıya düşersiniz.
Dini anlama sorumluluğu sadece din adamlarına mı ait?
Dini anlama konusunda diğer bir yanılgımız, hayatın diğer alanlarındaki uzmanlık mantığı ile din konusuna yaklaşmak. Örneğin, tıp konusunda herkesin uzmanlaşmasını beklemeyiz öyle değil mi? Midemizle ilgili rahatsızlık çıkarsa kendimizi tedavi etmek için mide uzmanı olmayız, uzmanlaşmış birine gideriz.
Dini konulara da böyle yaklaşıyoruz. “Ben Arapça mı öğreneceğim, ben tefsir mi öğreneceğim, ben hadis mi öğreneceğim. Bunun uzmanı var ben ondan dinlerim” şeklinde düşünce tarzımız var.
Bu noktada kaçırdığımız nokta şu: Evet hepimiz doktor olamayız, hepimiz hukukçu olamayız, hepimiz mühendis olamayız. Çünkü olmamız gerekmiyor. Bu konuda görev dağılımı yapabiliriz, ancak din konusunda sorumlulukları belirli kişilere atamayız.
Çünkü, her bir insanın istisnasız hesaba çekileceği tek alan dinle ilgili olacak. Bize insan bedeninin çalışma prensipleri sorulmayacak, bize trigonometri sorulmayacak ölünce ama hayatı nasıl yaşadığımız sorulacak.
O nedenle, din konusundaki sorumluluğumuzu, belirli bir insana bırakamayız.
“Efendim o 30 senesini vermiş ben onun kadar olamam ki” Ben de diyorum ki, senin onlar gibi uzman olmaktan alıkoyan şey ne? Allah o insanı dini adamı olmaya, bizi de öğretmen, mühendis, işçi, esnaf olmaya mı gönderdi? Hepimizin Allah karşısındaki sorumluluğu aynı değil mi?
Başka işlerimizi bırakıp tek bu işle ilgilenelim demiyorum. Ama belirli bir mesaimizi bu konuya harcamamız gerek. Örneğin, Dünya hayatını garantilemek için İngilizce öğrenebiliyorsak, ahiretimizi garantilemek için de Kur’an’ı daha iyi anlama adına Arapça öğrenebiliriz.
Veya, eğlenmek için bilgisayar oyunlarına saatlerimizi harcayabiliyorsak, internette, TV’de zamanımızı öldürüyorsak, dini anlamak için de çaba gösterebiliriz.
Bir bilenden faydalanmak, illa ona bağlanmayı gerektirmez!
Din konusunda nedense illa ki birine bağlanmamız gerektiğine inanıyouz. Oysa, ona bağlanmadan da onun görüşlerinden faydalanabiliriz. Dedikleri aklımıza, bilgimize uyuyorsa kabul ederiz. Sonra başkalarını da dinleriz.
Bununla da yetinmeyiz, gidip çeşitli diğer kaynaklardan, kitaplardan araştırırız. Aksi fikirleri de dinleriz. En son, kendi aklımızı kullanarak kararımızı veririz.
Bu noktada şunu belirtmeliyim. Bazı kimseler, Allah ile kul arasında aracı olur diyerek çeşitli Kur’an ayetlerini gösterirler. Yalnız burada kaçırılan bir husus var. Allah ile kul arasında aracı olmaz demek, insan din adına hiçbir şeyi başkasından öğrenmez, etklenmez, bilgi almaz demek değil.
Birinden din adına bilgi edinmek, birine din konusunda soru sormak, devlet idaresinde birinin aldığı kararlara uymak Allah ile aramıza birini sokmak değildir.
Yanlış olan şey, bir kişiye bağlanıp, sadece onun dediklerini dinlemek, onun dediklerini sorgulamadan doğru kabul etmektir.
Aklını başka birinin aklına endekslemek
Neticede, herkes Allah huzurunda bireysel olarak hesap verecek. Her birimize müstakil bir akıl verildiğine göre, bu aklı nasıl kullandığımızın hesabı da bize sorulacak.
“Ben falanca hoca çok iyi diye onun dediklerini yaptım. O ne derse uydum.” Sizce böyle bir savunma bizi haklı çıkarabilir mi? Herkesin kendi aklı varsa bunu sonuna kadar kullanması gerek.
Kur’an’da, Allah bize sürekli olarak, düşünmemizi, ibret almamızı ve aklımızı kullanmamızı tavsiye ediyor. (Bkz ilgili yazı)
Öyleyse, bize verilen aklı hiç kullanmayıp, en kolayına kaçıp, aklımızı falanca hocanın, şeyhin, gavsın aklına endeksleyerek Allah’ın emrini yerine getirmiş oluyor muyuz?
Ya o yanlış anladıysa ne olacak? Allah’a nasıl hesap vereceğiz. Allah’ım ben hocama uydum, ben mesul değilim diyebilir miyiz?
O zaman Allah bize, peki ben sana ayrı bir akıl vermedim mi, neden onu kullanmayıp, sorgulamadan başkasına uydun derse cevabımız ne olacak?
Farkında olmadan kula kul olmak
Müslüman, iradesini Allah’a teslim eden insan demektir. Eğer insan iradesini, Allah dışında başka herhangi bir şeye ve herhangi bir kişiye teslim ediyorsa, kimse kusura bakmasın o kişinin ilahının Allah olduğunu söylemek ciddi manada zorlaşır.
Allah’a bağlanmak için aracıya gerek yok, çünkü O bize zaten herkesten daha yakın.
Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız. Kaf, 16
Bazı insanları seçilmiş ve insanüstü sanmak
Din metafizik varlıklara ve olaylara inanmamızı sağlar. Örneğin ahireti biz gözlemleyemeyiz ama Allah’ın varlığını akıl yürütmelerle bildikten sonra, Kur’anın doğruluğunu test ettikten sonra buna inanmamız zor olmaz.
Yalnız burada bir risk var. Metafizik olayların olduğuna inanmamız, her metafizik olgunun mümkün olduğuna da bizi inandırmamalı. Bununla ne kastediyorum:
Çoğu cemaat üyesi, kendi hocasının insanüstü, seçilmiş, özel vb. bir kişilik olduğunu düşünüyor. Onun, Allah ile peygamber ile görüştüğünü, keramet gösterdiğini vs. sanıyor. Ya da uydurma bir çok hikaye anlatılıyor uçuk, kaçık ve insanlar bunlara inanıyor.
Buna o kadar inanıyor ki, hocasının söylediklerini, artık Allah’tan gelen mesajlar olarak görmeye başlıyor. Sorgulamadan kabul ediyor. Aklını devre dışı bırakıyor. Bu ciddi manada bir saflıktır.
Peygamberler dışında seçilmiş insanlar yoktur.
Evet, çeşitli büyük alimler gelmiştir islam tarihinde, peygamberimizden bu yana. İnsanlara çok faydalı da olmuşlardır. Ancak bu insanları, Allah’tan mesaj alan, peygamberi rüyasına görüp mesaj alan, keramet sahibi, sorgulanmaz insanlar olarak görürsek büyük bir yanlışa girmiş oluruz.
Allah peygamberimizi bile uyarıyor yeri geldiğinde Kur’an’da. Peygamberimiz bile uyarılabiliyorsa, diğer insanları hatasız görmek doğru değil.
Gerçek dinden sapmak
Cemaatleri inceleyince görünen şey, genellikle, cemaat liderinin insanları kendisine bağlamak amacıyla, dinin kendi kaynaklarından öğrenilmesinin en iyi yol olduğunu söylemesi.
Yani, ‘siz Kur’an’ı anlamazsınız, bizim kitapları okuyun‘ gibi telkinler yaptıklarını görüyoruz.
Ya da Kur’an’ı en iyi anlamak için falancanın eserlerini okumalısınız gibi yönlendirmeler oluyor.
İnsan her kaynaktan beslenebilir, bundan yanlış bir şey yok. Yanlış olan, bir tek o kaynaktan beslenilmesi veya o kaynağın Allah’tan gelen mesajlarla yazdırıldığı yalanına inanılması.
Böyle olunca da, zamanla gerçek dinden saparak, size sunulan, çarpıtılmış bir dine mensup oluyorsunuz. Lakin ne yazık ki, bu çarka girmiş insanlar, asıl doğru olanın kendi yaptıkları olduğuna körü körüne inanmış haldeler. Hatta, diğerlerini bu anlamda suçlarlar.
Din kimsenin tekelinde değil!
Dikkat ederseniz, bir şekilde, açıkça söylenmese de, en doğru din anlayışının kendisininki olduğu bilincini yaymaya çalışıyor her cemaat.
Burada temel bir farkındalıkta olmamız gerek. Birinin ya da birilerinin dini anlaması veya anlatması yanlış değil. Ancak, sanki dini en iyi o biliyormuş gibi anlatıyorsa hemen oradan uzaklaşın.
Çünkü yanılamaz insan yoktur.
Kaldı ki, TV’ye çıkıp, dini temsil eder gibi konuşan herkese karşıyım, kim olursa olsun.
Yapılabilecek şu olabilir: ‘Ey insanlar, benim dinden anladığım budur, bunu da size aktarıyorum. Lakin ben de bir insanım, yanılabilirim, siz size en doğru geleni alın‘ şeklinde bir yaklaşımla aktarıyorsa bu tamam.
Bunun dışındaki tavır ve üslubu ben doğru bulmuyorum.
Gücün ve iktidarın insanı zehirlemesi
Çoğu cemaat aynı zamanda bir güç merkezi de oluşturuyor. Nasıl siyasette veya ticarette bu tarz bir gücü elde etmek insanları cezbediyorsa, din konusunda da, çevresinde insanların toplanması, ona biat etmesi o insanın egosunu okşuyor.
Bu egoyu belki başlarda yönetebiliyor ama cemaat büyüdükçe, artık kibir kontrol edilemez bir noktaya geliyor ve Allah ile bağ ciddi manada kopuyor. Kendisini, çok özel bir yerde görmeye başlıyor ve bu gücün zehirlenmesi altında, akıl ve vicdan dışı uygulamalara girilebiliyor.
Ne yazık ki, onun çevresindekiler de, o insanı seçilmiş insan olarak gördüklerinden, biri de çıkıp bu yaptığımız yanlış demiyor. Hep arkasında bir hikmet olacağına inanıyor.
Gidip kendini patlat ya da şurayı bombala denildiğinde bunu sorgulamadan yerine getiriyor. Kimi öldürdüğünü bile bilmeden bunu yapıyor. Oysa Kur’an çok net bir şekilde, masum insanı öldürenin yerinin cehennem olduğunu bize söylüyor.
Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. Nisa, 93
Kim bir kişiyi, bir kişi karşılığında olmaksızın veya yeryüzünde bir fesata karşılık olmaksızın öldürürse, muhakkak ki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Maide, 32
Özetle,
Din, insanları etkilemek için çok güçlü bir araç. Kimileri bu aracı kötü yönde kullanarak, insanları kendi emelleri doğrultusunda kullanmaktan çekinmiyor. Bu konuda herbirimize önemli görevler düşüyor. Aşağıda bunları özetlemek istiyorum:
- Dini tek bir kaynaktan öğrenmeyip, kaynakları çeşitlendirmek.
- Kimin meali, kimin tefsiri diye sormak yerine bulabildiğiniz hepsini okuyup, karşılaştırmak.
- Kim olursa olsun, özel, seçilmiş, sorgulanamaz, yanılmaz bir insan olmadığını bilmek.
- Dini en iyi yaşamak için bir gruba ait olmak gerekmediğini bilmek.
- Din adamları kadar hepimizin Allah’a karşı sorumlu olduğunu bilip, dini kaynağından öğrenmeye çalışmak.
- Kimseye bağlanmayıp, kimseyi aracı kılmayıp, doğrudan Allah’a bağlanmak ve O’na teslim olmak.
- Bilgisine güvendiğimiz kişilerden faydalanmak ama o kişileri mutlak doğru sanmamak.
- İnsanların bizi Allah’ı kullanarak kandırmasına izin verememek.
Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah’ı kullanarak sizi aldatmasın. Fatır, 5
Umarım bu son zamanda yaşadıklarımız, birine körü körüne bağlanmanın ne denli yanlış olduğunu idrak etmemize vesile olur ve bir daha böyle şeyler yaşanmaz.
Çünkü, bu tür yanlışlıklar kadar dine zarar veren bir şey yok.
Bu vesile ile, bu alçak darbe girişimine, canlarını feda ederek engel olan tüm şehitlere Allah’tan rahmet, yaralananlara şifa dilerim. Allah bir daha bize böyle günler yaşatmasın, bu şekilde kötü emellere sahip olanlara da fırsat vermesin.
Selamlar
Gökhan
Original content here is published under these license terms: | ||
License Type: | Read Only | |
Abstract: | You may read the original content in the context in which it is published (at this web address). No other copying or use is permitted without written agreement from the author. |