Bir yaratıcı olup olmadığı tüm zamanların en büyük sorusu olmuştur. Zaman içinde pek çok düşünce ortaya atılmış ve bu düşüncelerin pek çok taraftarı olmuş. Bu yazıda, bu düşünce sistemlerinden en önde gelenleri tanıtmak istiyorum.

Objektif temellere göre doğruyu arayan bir insanın tüm düşünceleri bilmesi ve en uygun olanın hangisi olduğunu belirlemesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer sadece size tek bir tanesi öğretildiği için o düşünceye inanıyorsanız muhtemelen bu düşüncenin kökleri çok derinlere gitmiyor olacaktır.

Eskiden bilgiye erişim günümüzdekine nazaran daha az homojendi. Kısıtlı bilgi kaynağımız vardı ve bize söyleneni doğru kabul ediyorduk. Günümüzde bilgi, hem nicelik olarak artmakta hem de ona ulaşma düzeyimiz de gelişmekte.

Artık her türlü bilgiye (doğru ya da yanlış) evimizde çayımızı yudumlarken erişebilir durumdayız. Bu nedenledir ki, günümüzde birazdan sayacağım düşünce sistemlerine olan ilgi eskiye kıyasla daha fazla.

Eskiden bir kişinin ailesi müslümansa o da müslüman oluyordu. Şimdilerde de bu tamamen değişmiş değil ama yine de insanlar okuyarak, düşünerek, bilgi edinerek kendilerini başka düşüncelere yakın hissedebiliyorlar.

İnanış ve öğretiler

Yukarıda verdiğim imajda bu düşünce sistemlerini belirli bir sıraya göre vermemin bir nedeni var. Çünkü soldan sağa doğru gittikçe benim kanaatime göre hakikate daha çok yaklaşmış oluyoruz.

Bu yazıda elbette tek tek bu düşünce sistemlerinin doğruluğunu ya da yanlışlığını ispat yoluna gitmeyeceğim. Amacım, genel olarak bu sistemleri tanıtmak ve günümüz insanının, bilhassa gençlerin, hangi düşünce süreçlerinden geçtiğine örnekler vermek.

Bir düşünceyi benimsemek, buna uygun yaşamak ve de bunu adlandırmak arasında ciddi farklar olabiliyor. Normal şartlarda bu üçünü aynı olmasını bekleriz ancak bazen tek bir kişide üçünün ayrı ayrı tezahür ettiğini görmek mümkün. Örneğin etrafımızda kendini müslüman olarak tanımlayan bir çok kişi aslında din varmış yokmuş gibi bir kaygısı olmadan yaşıyor. Bir bakıma apateist gibi yaşıyor denilebilir. Yahut, bir kişiye sorduğumuzda Tanrıya inandığını ama dinlere uzak olduğunu söylüyor ama kendisini deist olarak tanımlamıyor ya da tanımlayamıyor.  O yüzden, bence tüm düşünce sistemlerini genel olarak bilmeliyiz, sonra hangisinin doğru olduğunu akli deliller ile tespit etmeliyiz ve sonra buna uygun yaşamalıyız. Gelin bunlara biraz yakından bakalım:

Apateist, Tanrının varlığı veya yokluğu konusuyla ilgilenmeyen kişi demek. Apateistler, inanca veya inançsızlığa karşı ilgisizdir.

Yaratıcı var mı yok mu gibi bir soruyla ilgilenmedikleri için bu şekilde düşünenleri en dışa yerleştirdim.

Dikkat ederseniz günümüzde bu kesim ‘de facto’ olarak giderek artıyor. Yani esasında, kendilerini bir dine mensup olarak tanımlamakla birlikte dinle tamamen alakasız bir şekilde yaşayan insanlar topluluğuna dönüşüyor dünya.

Bu tüm dinler için geçerli.  Daha çok hazcılık ekseninde gelişen bu yeni yaşam biçimi, kimileri içinse hiççilik tarzında da ortaya çıkabiliyor. Yani, ben dünyada her şeyden zevk alarak yaşamalıyım, günümü gün etmeliyim düşüncesi olarak tanımlanabilir hazcılık (Hedonizm).

Daha çok para kazanmalı, daha güzel yerlerde gezmeli, daha güzel mevkilere gelmeli ve daha çekici insanlarla birlikte olmalıyım şeklinde ortaya çıkıyor. İnternet, medya vb. kanallar biz farkında olmadan aslında sürekli olarak bizi bu eksende yaşamaya özendiriyor.

Hiççilik ise, ne yapsak boş, hiçbir şeyin anlamı yok tarzı düşüncedir (Nihilizm). Özellikle genç dönemlerde ve orta yaş dönemlerindeki psikolojik süreçlerle bu kendini daha etkili gösterebiliyor. Bir diğer durum ise önce nihilizme yakın hissedip daha sonra madem hiçbir şeyin anlamı yok bari yaşamdan zevk alayım diye hedonizme yönelme şeklinde de görülebiliyor.

Lakin bu düşünce durumunda ve bu yaşam tarzında ciddi boşluklar var. Öncelikle Tanrının varlığı veya yokluğunun araştırılması konusu kayıtsız kalınamayacak kadar her şeyi kökten değiştiren bir konu. Buna kayıtsız kalmak rasyonel bir yaklaşım değil. Sadece bu konu kayıtsız kalınabilecek bir konu değil diyorum.

Pascal’s Wage denilen konu belki bu noktada önemli bir değerlendirme noktası olabilir. Pascal kısaca şu soruyu ortaya atmıştı: Eğer Tanrı varsa ve ben yok gibi yaşıyorsam ne kaybederim? Eğer Tanrı yoksa ve ben var gibi yaşıyorsam ne kaybederim? Dikkat edilirse bundan hareketle Yaratıcı vardır tezinin savunulmasını önermiyorum. Bu ikisini kıyaslayan insan, en azından bu konuyu derinlemesine araştırmalıyım sonucuna ulaşmalı eğer rasyonel hareket eden bir varlığım diyorsa.

İkinci olarak ise,  sadece ‘sahip olma’ ve ‘haz duyma’ya dayalı bir yaşam tarzının insanın içini tam doyurmadığı gerçeği. İnsan kendi iç dünyasına bakarak bunu idrak edebilir.

Neden çoğu zaman maddi şeyler bizi tatmin etmiyor da manevi şeyler daha çok tatmin ediyor?  İçimizde neden böyle bir mekanizma var? Neden genci yaşlısı, zengini fakiri, hastası sağlıklısı herkes bir şeyler için şikayet ediyor. Neden içimizde bu dünyadaki şeylerle doymayacak, sonsuzu isteyecek bir yön var.

Bunları sorgulayarak da takip edilmesi gereken yolun, boşvermişçilik olmaması gerektiğini görüp, kendimizi araştırmaya yöneltebiliriz. Yine altını çizmek isterim ki ben bunların Tanrının varlığına ilişkin argümanlar olduğunu iddia etmiyorum. Sadece Tanrı’nın varlığı konusunu araştırmanın gerekli olduğunu vurguluyorum.

Ateist, Herhangi bir yaratıcının olmadığı görüşünü savunan kişidir.  Bir başka deyişle, Tanrının (veya buna benzer herhangi bir metafizik varlığın) varlığının reddedildiği görüştür.

Kendi içinde değişik alt görüşleri olan bir düşüncedir. Örneğin siz Tanrının var olmasını mümkün görmekle birlikte, var olduğuna dair herhangi bir delil olmadığını iddia ediyorsanız Negatif Ateistsiniz demektir.

Eğer, bir iddia ortaya koyarak, Tanrının olmadığı görüşünü savunuyorsanız o zaman Pozitif ateistsiniz demektir. Pozitif ateistler çeşitli argümanlarla bu iddialarını savunurlar. Pratik ateist, teorik ateist gibi başka çeşitleri de var ama bunlara girmeyeceğim. Negatif ateistler bir nevi apateist yaşam tarzını benimsedikleri için burada bir miktar pozitif ateistlere değinmek istiyorum. Yani net bir şekilde Yaratıcı yoktur diyen kişiler.

Nasıl dindar olan çoğu kişi aslında tam araştırmadan buna inanıyorsa, ateist olanlar arasında da aslında tam konuya hakim olmadan bunu seçenler mevcut. Dindeki bir takım hatalı yorumlar ve uygulamalar, dünya üzerindeki savaşlar ve adaletsizlikler insanı öncelikle dinden uzaklaştıran etkenler olabiliyor.

Bunun yanında, daha çok araştıran ve bunun sonucu ateizmi tercih etmiş olanlar da mevcut elbette. Bu kişiler ise daha çok materyalist ateist denilen, yani maddenin ilk ve ezeli olduğu tezini savunan ve bilimin tek gerçek hareket noktası olduğunu iddia eden kişiler oluyor.

Öncelikle belki şunu belirtmek gerek. Her şey bilimle açıklanır ifadesinin kendisi bilimsel değil felsefi bir iddiadır. Dolayısıyla bu iddianın doğruluğu bilimsel olarak ortaya koyulamaz. Ayrıca, dindeki hatalı yorumlar ve toplumların dini yanlış uygulayışlarına bakarak dinden uzaklaşmak korkuluk mantık hatası denilen hataya düşmek olur.

Yanlış uygulamalar gösterilerek bir şeyin doğruluğu ya da yanlışlığı savunulamaz. Bunun dışında, maddenin ilk ve ezeli olduğu inanışında ise ciddi boşluklar var. Zira artık bilim dünyasında hemen herkesin kabul ettiği Big Bang teorisine göre maddenin ve zamanın bir başlangıç noktası var. Öyleyse madde ezeli olamaz.

Tabii, buna karşı materyalistler farklı iddialar ortaya atıyorlar. Çoklu evrenler veya sonsuz evrenler gibi. Ne var ki Tanrının varlığı iddiasının ispat edilemez olduğunu savunan materyalistler, hiç bir sağlam bilimsel dayanağı olmayan çoklu evren modeline inanmaya dünden razılar. Çünkü maddenin ezeli olduğunu savunabilecekleri bir yol aramak durumundalar.

Öte yandan, evrendeki yasaların hassas ayarlarının inanılmaz derecede düşük gerçekleşme olasılığına sahip olması da akıllı bir yaratıcının varlığı tezini güçlendiriyor. Bir yönlendiricinin olmadığı durumda, bu denli küçük (1/10^200 den daha küçük) bir oynamada bile hiç bir yıldızın ve gezegenin oluşamayacağı başlangıç ayarlarının, tesadüfi bir şekilde geliştiğine inanmaktan başka çare kalmıyor.

Bir yaratıcının olması gerektiğini rasyonel olarak destekleyen bunun dışında pek çok argüman daha var elbette. Ve elbette, bu argümanlara karşı öne sürülmüş bir çok da ateist argümanlar var. Dileyenler bunları araştırarak hangisi kendisine daha doğru geliyorsa kararını o yönde verebilir.

Agnostik, Tanrının varlığının veya yokluğunun kesin olarak bilinemeyeceğini savunan kişi demektir. Bilinemezcilik olarak da anılır.

Bir sonraki adımı agnostiklere ayırdım. Zira bu kişiler yaratıcı yoktur gibi bir iddiayı savunmadıklarından hakikate bir adım daha yakınlar benim kanaatime göre.

Yani en azından yaratıcı var demeseler de olabileceğine ihtimal veriyorlar. Agnostikler içinde de zayıf ve güçlü olmak üzere iki ayrı görüş var denilebilir. Zayıf agnostisizme göre yaratıcı belki bilinebilir ama güçlü agnostisizmde kesin olarak bilinemez iddiası vardır.

Agnostikleri kuşkucu, şüpheci diye de nitelendirebiliriz. Aslında teizmi savunan argümanlar agnostisizmin de eleştirisi niteliğinde olacaktır. Bunun dışında belki agnostisizm için şunları söylemek mümkün olabilir.

Günümüz bilim düzeyinin bize verdiği bilgilere göre, evrenin yaşam oluşturabilmesi için çok çok küçük olasılıkların meydana gelmiş olması gerekiyor.

Eğer biz bu kadar küçük olasılıkların tesadüf eseri meydana geldiği ya da gelebildiğini kabullenirsek o zaman hayat içindeki hiçbir şey için bir kesinlikten bahsedemez hale geliriz. Yani Tanrının varlığı konusunda bu olasılıkların tesadüfi olarak oluşabileceğini söyleyip, günlük hayatta binde bir gerçekleşme olasılığı olan ihtimalleri bile zihnimizde eliyorsak o zaman çelişki içinde oluruz.

Beynimiz günlük hayatta çok az ihtimalleri eleyerek hareket eder. Beynin çalışma prensibi budur. Aynı şekilde bilimsel metot da genel olarak tümevarım şeklinde işler. Yani tek tek elde edilen sonuçlardan genel bir yargı çıkarma prensibine dayalıdır.

Örneğin, yerçekimini her yerde ve her zamanda aynı şekilde ölçtüğümüz için bir yerçekimi sabiti/yasası var deriz. Oysa, şimdiye kadar bu şekilde ölçülmesi gelecekte de illa bu şekilde olmasını garanti etmez. Ancak, biz bunu bir yasa olarak tanımlarız ve diğer fizik hesaplamalarda sabit olarak kullanırız. Esasında çok çok düşük bir olasılıkta da olsa bu değişebilir ama biz değişmez olarak varsayarız. Çünkü gerçekleşme olasılığı sıfıra yakın şeyleri eleriz..

Özetle, eğer Tanrının varlığı konusunda bilinemezci bir yaklaşım sergiliyorsa biri, hayatta tüm diğer konularda da bu yaklaşımını sürdürmesi gerekir. O zaman aklımıza dahi güvenemez  duruma geliriz ve hayattaki hiçbir bilgi güvenilmez, inanılmaz hale gelir ki bu şekilde yaşanmaz.

Deist, Bir yaratıcının varlığına inanmakla birlikte, bu yaratıcının yaratılanlarla ilişki kurmadığına, yani din göndermediğine inanan kişidir.

Bir sonraki adım olarak Deizm Tanrının varlığını kabul eden bir yaklaşım. Bu düşüncede olan kişiler bir yaratıcı gücün varlığını kabul ederler ancak bu yaratıcının insanlara din göndermediğine inanırlar.

Yani, günümüzde var olan hiç bir dinin yaratıcıdan geldiğine inanmazlar. Genellikle tanrının ilk başlatan olarak evreni ve yasaları yarattığını daha sonrasında ise bir müdahalede bulunmadığını savunurlar. Bu inanışta herhangi bir metafizik öğeye yer verilmez.

Örneğin, melek, şeytan, ahiret, hesap günü, cennet, cehennem gibi kavramlar deizmde bulunmaz. Bazı deizm türlerinde ise ruhun sonsuz olduğu veya yargılama olabileceği konusuna inananlar da görülebilir.

Herhangi bir din gönderilmiş olmadığına inandıklarından, deizmi savunan kişiler, dünyada insanların sağduyularını ve akıllarını kullanarak yaşamaları gerektiğini düşünür.

Genellikle deizmi savunan kişilerin önceden belirli bir dine mensup olarak yetiştirildiklerini, daha sonra ise dindeki bazı şeyleri yanlış, eksik, adaletsiz vb. bulmaları nedeniyle dinlerden uzaklaştıklarını görürüz. Öyle ki, bu kişiler yaratıcı yoktur demeseler de, din vardır da dememektedirler.

Bu durum aslında garip bir ikilem yaratır. Çünkü, böylesi bir nizam içinde olan bir evreni yaratan ve insana belirli bir süre ömür veren bir yaratıcı neden insanlarla hiç iletişim kurmamaktadır? İnsanlar sadece 70-80 sene bu hayatı tadıp yok mu olmaktadır? Eğer öylese Yaratıcı bunu neden yapmak istemiştir? Eğer ruhlar sonsuzsa, bir yargılama olacak mıdır yoksa Yaratıcı, öldükten sonra herkesi cennet gibi güzel bir yere mi yerleştirecektir. Eğer herkes cennete gidecekse neden direkt oraya koyulmayıp dünyada bir süre geçirilmektedir?

Eğer dünyada yaptıklarımızdan hesaba çekileceksek o zaman hangi kurala göre hesaba çekileceğimizi bilmeden bu sınava girmek adaletli midir? Eğer bir hesap günü yoksa o zaman dünyada bu kadar kötülük yapan insanlar ile iyi olan insanlara aynı şekilde mi muamele edilecektir? Eğer bir yaratıcı varsa bu nasıl biridir? Yer mi, içer mi, ailesi var mı vs. gibi tonlarca sorunun cevabı nedir?

Zira deizm insanın aklını ve sağduyusunu kullanmayı öğütlediğinden, insanın en temel sorularına, arzularına ve mantığına cevap verebilir bir inanış biçimi olması gerekirdi. Oysa bir çok soruyu cevapsız bırakan, sağduyunuz ne derse onu yapmalısınız diyen bir düşünce deizm. Kaldı ki, deistlerin çoğunun dua ettiğini de görebilirsiniz. Yaratıcıdan isteklerde bulunurlar. Oysa herhangi bir din yoksa yaratıcının sizi duyabildiğini, dualara cevap veren biri olduğunu bilmiyorsunuz. Sadece bir tahmine dayalı olarak ondan bir şeyler istiyor olursunuz ki bu da kendi içinde çelişkilidir.

Bu gibi nedenlerden ötürü zaten, önceden teist olup deizmi benimsemiş kişiler ya teizme geri dönmekte veya deizme göre daha tutarlı bir basamak olan ateizme yönelmektedir. Burada derin argümanlar zincirine girmeden en temel soruları sorup geçiyorum.

Teist, Bir veya daha fazla yaratıcı olduğuna inanan ve bu yaratıcının insanlarla ilişki kurduğuna inanan kişidir.

Teizmde her şeyi meydana getiren bir veya daha fazla yaratıcı olduğu inancı vardır. Çok tanrı olduğuna inananlar politeist olarak isimlendirilir. Bunun dışında tam olarak teizmin altında yer almasa da, bir yaratıcı fikri benimsendiğinden Panteizm ve Panenteizm de yine teizm ile ilişkilendirilebilir.

Evrenin tamamının Tanrı olduğu inanışına panteizm, evrenin Tanrının bir parçası olduğu inanışına da panenteizm adı verilir. Panteizmde her şey Tanrıdır, Panenteizmde ise her şey Tanrıdan oluşmuştur. Panteizmde ruhun tekamülü söz konusudur. Ruh gelişir ve tekrar yaratıcısına döner. Panenteizmde Tanrı hem değişmeyen mutlak, hem de değişendir. Hem sonsuz hem de sonludur. Hem zamanın içindedir hem dışındadır. Görüldüğü üzere kendi içinde zıtlıkları barındırır.

Big Bang kuramına göre evrenin yoktan varolduğunu ve uzay/zamanın o andan itibaren oluştuğunu biliyoruz. Öyleyse panteizm ve panenteizme göre, yaratıcı ezeli değil midir, kendi kendini mi var etmiştir gibi bir soru sormamız gerekir.

Süregelen felsefi tezlerden en çok kabul gören iki tanesi ya maddenin ya da Tanrının ezeli olması gerekliliğidir. Şu anki bilimsel bilgimize göre, panteizm veya panenteizm ezeli olmayan, yoktan varolmuş bir Tanrı modelini öne sürmüş olur. Yine şu anki bilimsel bilgimiz bize entropi ve termodinamik yasaları evrenin bir gün tamamen yok olacağını söylüyor. O halde Tanrı da mı yok olacaktır?

Big Bang kuramı başlangıçta bir tekilliği içerdiğinden, evrenin aynı maddelerden ve aynı yasalarla oluşmuş olması çok tanrılı inanışları da geçersiz kılmaktadır. Bugünkü bilim bize eğer varsa Tanrının, maddeden ve zamandan bağımsız  ve tek olması gerektiğini gösteriyor.

Teizm aynı zamanda, bildiğimiz tek tanrılı dini inanışları da içine alan bir terimdir. Bunu aşağıdaki monoteizm başlığında ele almak istedim.

Monoteist, Tek bir yaratıcı olduğuna ve din gönderdiğine inanan kişidir.

Günümüzde İslamiyet, Hristiyanlık gibi dinlere mensup kişiler bu kategoride yer alır. Hristiyanlıktaki üçleme inancına sahip olanlar üçleme monoteist olarak da anılabiliyor ancak çok detaya girmeyelim.

Bu aşamaya kadar gelince aslında bir çok inanışı ve düşünceyi elemiş durumda oluyor insan. Geriye tek tanrılı dinler içinden acaba gerçek ve doğru olan hangisi şeklinde bir soru karşımıza çıkıyor.

Bu noktada belki, İslamiyet açısından yanlış bilinen bir şeyi de vurgulamak gerekiyor. Çoğu insan Allah’ın neden farklı dinler gönderdiği sorusunu soruyor oysa Allah farklı dinler göndermemiştir. Aynı dini, farklı zamanlarda, farklı topluluklara, farklı ihtiyaçlar için aktarmak üzere elçiler ve zaman zaman kitaplar göndermiştir.

İslam inancına göre Hz. Adem’den itibaren var olan tek din İslam’dır. Ancak, İslam, sayısı belirsiz başka elçiler gönderildiğini de söyler. Bu nedenle Hz. İbrahim de , Hz. Musa da , Hz. İsa da müslümandırlar ve tek bir Allah’ın dinini yaymışlardır.

Kutsal Kitap denilen (incil olarak da bilinir) kitap Hz. Musa’ya gönderilen Tevratı (eski ahit) ve Hz. İsa’ya gönderilen İncil’i (yen ahit) içerir. Yani günümüz Hristiyanları aslında Tevratı da kabul ederler. Nitekim Yahudiler, Hristiyanlığı; Hristiyanlar İslamiyeti kabul etmez. Oysa İslamiyet hem Tevratı hem de İncili kabul eder. Tabii değişmemiş olan kısmını. Bu aslında aklımızdaki bir çok soruyu da gideriyor.

İslam kelime olarak Allah’a teslim olmak anlamını taşır. O nedenle bugün Hristriyanlık ve Yahudilik olarak bilinen dinler de zamanında aynı öğretiyi benimsemişlerdir. Yani onların da aslında Allah katındaki adı İslamdır.  Lakin Yahudilik ve Hristiyanlıkta kişiler aşırılığa gittiği için, üçleme gibi Allah’a şirk koşan yaklaşımlar geliştirdikleri için, Kur’an’da eleştirilmektedir.

Aynı zamanda, eğer kendilerine gelen elçilerin öğretisine uygun yaşayan, iyilik yapan insanlar varsa onların da ödüllendirileceği belirtilir Kur’an’da (Bakara, 111)

Bunlarla birlikte, İslam dini içinde epeyce yanlış uygulama ve hurafe olduğunu da kabul etmek gerekir. Özellikle bu yanlış uygulamalar nedeniyle her gün belki binlerce kişi dinden uzaklaşıyor.

Örneğin, dinden dönenin öldürülmesi gerektiği gibi çok yanlış bir hurafe gibi. Oysa Ankebut 46 ayeti okuyan biri İslamın böyle bir işe sıcak bakmadığını anlar. Bunun gibi uydurulmuş bir çok rivayet ve yanlış uygulamalar gerçek din yerine çarpıtılmış, bozuk bir islamı bize öğretiyor. Adaletin hiç olmadığı, insanların kolayca öldürülebildiği, kadına değer vermeyen, insanlara acımasız davranılan, Allah’ın insanları cehenneme göndermekten zevk aldığı bir din fikrine ulaşıyor çoğu insan.

İşte durum böyle olunca yukarıda verdiğim süreç tersine işlemeye başlıyor. Önce galiba islam doğru bir din değil diyor kişi, sonra başka dinleri araştırıyor. Sonra ise dinlerin kökten yanlış olduğu kanısı hakim geliyor deizmi benimsiyor.

Bir süre sonra ise bu çelişkili geldiğinden, bilemeyiz deyip agnostik oluyor. Çünkü Tanrı yoktur demek zor geliyor. Bir süre sonra ise, dini konulardaki binlerce sorunun en rahatlatıcı cevabı olarak hepsini kökten reddetmek fikri daha sıcak gelmeye başlıyor.

Düşünsenize, dinler, peygamberler, ahlak, cennet, cehennem, sınırlar, kurallar vb. gibi binlerce soru ateist olunca devre dışı kalıyor.  Çünkü tüm bunlara mantıksal cevap veremeyince tamamen reddetmek en mantıklısı geliyor.

En son adım ise, Tanrı varmış yokmuş kimin umurunda ben işime gücüme bakarım noktası. İşin üzücü yanı, bu nokta ateizme en yakın nokta gibi görünmekle birlikte bir dine mensup olan kişilerin de en yakın olduğu nokta. Dine mensup çoğu kişi, bu bahsettiğim süreci tersine yaşamadan, doğrudan apateist bir yaşam tarzına geçiş yapıyor.

Umarım herkes kendisi için en doğru olanı seçtiğinden emindir. Çünkü eğer değilse, hem bu dünyada ciddi bir mana eksikliğiyle ruhunu doyuramadan yaşamış olur hem de ahirette çetin bir durumla karşı karşıya kalabilir.

Gökhan