Fizikte kaçış hızı diye bir kavram var. Kurtulma hızı da deniyor. Örneğin dünya yüzeyinde bir taşı alıp yukarı doğru fırlattığımızda, taş yukarı doğru çıkıyor ve bir süre sonra yerçekimi nedeniyle aşağı düşüyor. Eğer biz taşı çok hızlı bir şekilde atabilirsek, taş yerçekimi kuvvetinin etkisinden çıkabilecek kinetik enerjiye ulaşıyor ve bir daha yere düşmüyor. Boşlukta uzaklaşıp gidiyor.
Fiziğin en temel yasalarından biri olan bu çekim yasası, bana insan ilişkileri için de örnek olabilirmiş gibi geliyor. Mesela iki insan düşünelim.
Aralarındaki çekim çok güçlü, birbirlerini çok seviyorlar ve çok bağlılar ama bir nedenden dolayı birbirlerinden ayrılmak istiyorlar. İstemeseler de, bu çekime karşı koyarak kendilerini ilişkiden uzaklaştırmak istiyorlar.
İlk başlarda küçük denemeler yapıyorlar. Ama ayrılmak için itici güç o kadar yetersiz ki, bir kaç gün geçmeden barışıyorlar. Sonraki bir kaç denemede de kurtulma hızına ulaşamayıp tekrar geri dönüyorlar. Her barışmadan sonra bir süre devam etseler de, yine bir an geliyor ki kurtulmayı yine deniyorlar. Ve her deneme bir öncekinden daha şiddetli oluyor.
Bu şiddet öyle bir noktaya geliyor ki.. Bu sefer ayrılık epeyce uzun sürüyor ve tamamen bittiğini sanıyorlar. Her geçen gün kendilerini daha uzaklaşmış hissediyorlar.. Hatta, artık geri dönmeyecek kadar uzaklaştıklarını düşünüyorlar. Çekim gücü her geçen gün zayıflıyor, zayıflıyor… Çekimin iyice zayıfladığı neredeyse sıfıra ulaştığı o ortamda, o boşluk anında, bir süreliğine tam bir sessizlik oluyor. Bu an ilişkilerini değerlendirmek, olaylara daha geniş açıdan ve objektif olarak bakmakla geçen bir an oluyor. On an, mutluluğu, geçmişi, geleceği, hataları ve güzellikleri bir arada görüyorlar..
O an tam sınır anı.. Tam bir belirsizlik anı… Acaba çekim galip mi gelecek, yoksa tamamen bitip bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde uzaklaşmaya devam mı edecek bilinmiyor.
Bitmenin verdiği buruk bu özgürlük hissi anında, tam atmosfer tabakasından geçip, o çekimden kurtulacakken, bir tarafından yakalıyor yine çekim. Hiç beklemediği, tahmin etmediği küçücük bir yerden. Hani Issız Adam filminde, adamın kızın tokasını bulduğu andaki gibi .. Çekim yine galebe çalıyor ve tekrar yavaş yavaş geri dönüş başlıyor. Yarı isteyerek, yarı istemeyerek.. Yarı pişman, yarı umutsuz.. Yine de galip geliyor çekim..
Bu, belki de, son bir şanstır… İnsanın kurtulma hızına ulaştığı ve artık istese de geri dönemeyeceği o andan önceki son dönem.. Ya da filmdeki gibi, birinin artık evli olduğu ve isteseler de zamanda geri gidemeyecekleri ancak bunu henüz bilmedikleri an !
Fizikte adına her ne kadar “Kurtulma” da deseler, kurtulunca özgür hissedeceğini sansa da insan, aslında hayatı yaşanır kılan şey çekimdir.
İnsan hep yerçekiminden kurtulmak, uçmak ister.. Boşluğa kavuşmak, özgür olmak… Belki, kurtulma hızına ulaşacak enerjinin içinde olduğunu hissetmek, o hıza ulaşıp artık yaralayıcı geçmişle bağlarını koparıp özgür hissetmek bir anlığına güzel geliyor. Ancak daha uzun vadeli bakınca, bir yerlere bağlı olmak, bir dayanak noktası bulmak, bir şeylere ait olmak, arkasında bir güç hissetmek, geri döneceğin bir yer olduğunu bilmek de çok gerekli.. O yüzden birşeylerden kaçmadan önce iyice düşünmek gerek.. Tıpkı bir şeylere bağlanmadan önce iyi düşünmek gerektiği gibi…,
Bu arada, Issız Adam filminde, herkes, filmin adının başroldeki erkeğin sıfatı olduğunu düşündü. Bense, bunun aynı zamanda erkeğin kadına olan hitabı olduğunu düşünüyorum. Kızın adının Ada olması bi tesadüf mü?
Issız bir adadaki ıssız bir adam…
Gökhan