İnsan olarak, Tanrı’nın varlığı gibi bir konuda temel olarak kullanabileceğimiz üç temel bilgi kaynağımız var:
* İnsanın iç dünyası
* Evren
* Kur’an-ı Kerim
Tüm bilgilerimizi, bunlar üzerinde çalışarak, düşünerek elde ediyoruz esasında. Evreni inceleyerek, bilimsel verileri değerlendirerek bunlardaki detayı, düzeni, kuralı, sistemi görerek bunların kendi kendine olamayacak kadar düşük gerçekleşme olasılığına sahip olduğunu anlıyoruz.
Kur’an’daki ayetleri, bilimsel verilerle karşılaştırarak ya da kendi içindeki bütünlüğü ve dili ile değerlendirerek Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğine dair deliller bulabiliyoruz.
Bunların yanında, insan olarak kendi iç dünyamız üzerinde düşünerek de Tanrı’nın varlığına ait izler görebiliriz.
Örneğin, içimizdeki objektif ahlak anlayışı, arzularımız, benliğimiz, zihnimiz Tanrının varlığına delil olarak gösterilen konular arasında yer almıştır.
Ben bugün kendi aklıma gelen iki fıtrat delilini sizinle paylaşmak istiyorum. Benden önce de değişik isimlerle bunlar dile getirilmiş olabilir.
Takdir Etme Delili (Appreciation):
İnsan olarak, bir güzellik gördüğümüzde içimizde bunu beğenme, memnun olma duygusu oluşur. Örneğin, denizin üzerinde güneşin batışını izlemeyi severiz, bulutlara bakınca beğeniriz, dağlara bakıp ferahlarız, bir bebeğe bakınca huzur dolarız ve daha bir çok şey.
Aslında diyebilirsiniz ki, e bunda ne var? Zaten işin ince noktası burası. Genellikle bize içkin olan bu özelliklerimizi fark etmekte zorlanırız. Çünkü bunlar algımızın bir parçası haline gelmiş şeylerdir. Ama detaylı bakınca şunu görürüz.
Eğer rastgele süreçler sonucu gelişen canlılarsak ve tesadüfen zihin ve bilinç sahibi olmuşsak nasıl oluyor da bazı şeyler bize güzel, bazı şeyler çirkin geliyor. Neden bizde güzel veya çirkin diye tanımlamalar yapabilen bir zihin var?
Neden etrafa baktığımızda güzel olan şeyleri takdir etme, beğenme eğilimindeyiz. Yıldızlara bakınca ‘aa ne güzel’ dememiz zorunlu bir sonuç muydu?
İnanan insanlar olarak etrafımızdaki güzellikleri takdir ederek Allah’ı överiz ama bu sadece inananlar için var olan bir şey değil. İnanmayan insanlar da bir manzaraya bakarken bunu takdir ederek bakar. Belki bu güzellikleri var eden bir güç var demez ama içinde bir takdir etme duygusu oluşur.
Derinlemesine düşündüğümüzde, bu takdir etme duygusunun arkasında, böyle bir manzarayı görebildiğimiz için duyduğumuz minnet duygusu ve böyle bir güzelliğin var olmasından dolayı bir teşekkür etme ihtiyacı vardır. İster teist, ister ateist olsun bu duygu insanlarda vardır.
Teist bakış açısı ile biz bu duygunun neden var olduğunu kolayca açıklayabiliriz. Her şeye gücü yeten, insana bu güzellikleri ihsan eden ve bu güzellikler vesilesiyle kendisini tanımamızı isteyen bir tanrı varsa neden bu kadar güzellik, çeşitlilik, renklilik, ihtişam ve nizam olduğu anlamlı hale gelir.
Çünkü, bu güzellikleri yaratanla, bu güzellikleri fark edebilme kabiliyetini içimize koyan aynı güçtür. Bu sayede, içimizdeki bu takdir etme, minnet duyma, beğenme, şükretme hislerinin bir muhatabı olmuş olur. İçimizden yükselen ‘Ne kadar güzel’ hissinin bir karşılığı olmasını istememiz bundandır.
Şayet, ateist bir bakış açısıyla bakarsak, cansızdan canlının rastgele oluştuğunu, bu canlının rastgele çeşitlendiğini, bu çeşitlilikten rastgele bir şekilde insanın oluştuğunu, insanın diğer canlılardan farklı olarak rastgele zihin ve bilinç sahibi olduğunu ve bu zihin ile rastgele bir şekilde gördüklerini ‘güzel’ olarak değerlendirebilme ve onları takdir edebilme yetisine sahip olduğunu söylememiz gerekir.
Buradaki gayesel yönelimleri rastgelelikle açıklamak olasılık olarak insana oldukça uzak gelmektedir.
Diyelim ki, zihin ve bilinç sahibi varlıklar rastgele gelişti. Yine de bu canlıların, güzellikleri takdir etme donanımıyla yüklü olmaları bir zorunluluk olmazdı.
Pekala, hiçbir şekilde güzelliklerin farkına varmayan, estetikten anlamayan canlılar da olabilirdik. İnsan, içindeki takdir etme duygusu olmadan da yaşamını devam ettirebilirdi.
Bir dağ, bir deniz, bir kumsal, bir kuş, bir yıldız bize güzel geliyorsa, değerli geliyorsa, bu duygunun bir karşılığı olmasından, bu duygunun yönlendirilmesi gereken bir varlığın olmasından, şükrümüzü iletmemiz gereken bir Allah olmasından dolayıdır. Aksi halde, içimizde güzel olarak değerlendirdiğimiz şeyler için takdir etme duygusunun bulunması gerekmezdi.
Temenni Delili (wishing):
İçimize girift olan bir başka mekanizma da geleceğe dair içimizdeki dilek ve temennilerdir. Örneğin, birine ‘umarım hemen iyileşirsin’ dediğimizde bir temennide bulunmuş oluyoruz ya da biri için sınavının iyi geçmesini dilediğimizde bir istekte bulunmuş oluyoruz.
Buraya kadar gayet normal bir durum, şaşılacak bir şey yok.
Bu derecede basit bir istek içinde bile aslında Allah’ın yarattığı kullar olduğumuza dair işaretler olduğunu düşünüyorum. Her zerrede, her olayda olduğu gibi, insanın temenni etmesinin altında da yaratıcının varlığına dair işaretler var.
Zira biri için ya da kendimiz için bir dilekte bulunduğumuzda, bu, sadece gerçekleşmesini umduğumuz bir şey olmuyor, bu aynı zamanda bir isteğimizin gerçekleşmesini sağlayacak bir mercinin varlığını içimizde hissettiğimize dair işaretler içeriyor. Daha doğrusu bu şekilde yaratıldığımız için biz içinden dilek dilemek gelen varlıklarız.
Bir çok insan belki böyle bir mercinin varlığına inanmasa da dilekte bulunabilir. Tıpkı bir ateistin Allah’a inanmasa da ahlaklı olabilmesi gibi, ateist biri bir yaratıcıya inanmadan da dilekte bulunabilir. Ancak bu dilemeyi, yaratıcısına yönelme özelliği ile yüklü olarak dünyaya geldiği için yaptığının farkında olmaz. Tıpkı, yaradılış olarak içine koyulan vicdan mekanizması sayesinde ahlaklı olabildiği gibi.
Her insan, bir şekilde dua eder. Dua dediğimiz aslında özü itibariyle bir istekte bulunmaktır. Bu illa Arapça sözler kullanarak dua etmeyi gerektirmez. İçimizden bile bazı şeyleri geçirerek istememiz dua anlamını taşır.
O yüzdendir ki, Kur’an ‘Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var’ (Furkan/77) demektedir. Bir başka deyişle, bizi insan yapan, değerli kılan özellik, isteme yetisine sahip olmamızdır anlamı çıkmaktadır.Zira, özgür iradenin kökü isteme yeteneğine sahip olmaktır.
Bu açıdan bakıldığında, istekte bulunmak, temenni etmek, bir şey dilemek, dua etmek, bir şeyin gerçekleşmesini beklemek, her şeye gücü yeten, isteklere cevap veren, işiten ve bilen bir varlığı gerektirir.
Ateist bir bakış açısıyla düşündüğümüzde, geleceğe dair bir dilekte veya temennide bulunmak bile anlamsızlaşır. Örneğin siz birine ‘Başarılar dilerim’ bile dediğiniz an bunu kimden istemiş ya da beklemiş oluyorsunuz ateist olarak. Olasılıklardan mı? Her şeyin tesadüfler sonucu oluştuğuna inanan birinin, kendi iradesi dışında olan bir konuda geleceğe dönük bir dilekte bulunması anlamsız olur.
Eğer olaylara yön veren bir güç yoksa, insanın kendi iradesi dışındaki bir olay için, mesela ‘bugün hava umarım güzel olur’ gibi bir dilek için bile, istekte bulunmak manasızlaşır.
Çünkü ateist bakış açısında bu isteği ne bir duyan ne de buna cevap veren vardır. Peki bunu duyan ve cevap veren bir varlık yoksa, neden hala temenniye devam ediyoruz. Bu anlamsız değil mi?
Kendi içinde tutarlı bir ateistin geleceğe dair bir dilekte bulunmaması gerekir. Çünkü buna cevap verecek ve olayların gelişimini elinde bulunduran bir güç yoksa sizin bu dilekleriniz hiçbir anlam taşımaz. Boşa söylenmiş sözler olarak kalır. Ama boşa söylenmiş olsa da insan olarak bu tür dilekleri söyleme ihtiyacı hissederiz. Peki hiç düşündünüz mü neden?
Biz insan olarak, içimizde bir istek duyma, dileme, umut etme mekanizmasıyla doğarız. Farkında olmadığımız bu mekanizma, aslında bizi yaratana yönelmemiz için içimize yerleştirilmiştir. O yüzdendir ki, geleceğin bizim beklentimize uygun şekillenmesi temennisinde bulunuruz.
Başta da bahsettiğim üzere, Allah’ın varlığına ilişkin gerek dış dünyaya baktığımızda, gerekse iç dünyamıza baktığımızda bulabileceğimiz onlarca delil var.
Görüp görebileceğimiz, düşünüp anlayabileceğimiz her şey aslında, ancak Allah olduğunda bunların anlamlı olabileceğini söylüyor. Yeter ki biz bu gözle bakalım, düşünelim.
Gökhan
Original content here is published under these license terms: | ||
License Type: | Read Only | |
Abstract: | You may read the original content in the context in which it is published (at this web address). No other copying or use is permitted without written agreement from the author. |