gokhanyilmaz.com

İnsanın ateizme doğru yolculuğunda elbette birçok etken mevcut. Bunlardan bana göre, en sinsi olanı, farkında olmadan insanın hayata bakışını zehirleyeni, insanın kendini yeterli görmesi.

İmansızlığın 6 Şartı – Ana yazı

1-Kendine iman : Kendi kendine yeter olduğunu düşünme (kibirlenme)

Kur’an’ın indirilen ilk Suresi olan Alak süresinin 6. ve 7. ayetlerinde Allah şöyle diyor:

Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder. Alak, 6-7

Azgınlık etmek, insanın haddini aşması, kendine verileni yanlış yönde kullanması, kibirlenmesi ve büyüklük taslaması olarak algılanmalı.

Dikkat ederseniz, çevrenizdeki çoğu insanın robotik olarak yaşadığını farkedersiniz. Yerler, gülerler, eğlenirler, ağlarlar, gezerler, spor yaparlar vs. ama bütün bunları yaparken aslında çok azı, kendi kazanımı olmayan bir bedeni ve zekayı kullandığının farkındadır. Sanki kendimizinmiş gibi, hak ederek kazanmışız gibi kullanırız bunları. Hem de hor kullanırız.

Yemek yeriz ve vücudumuzu beslediğimizi düşünür, keyif alır ve hayatta kalmamızın kendi yeteneğimiz olduğunu sanırız.

İş bulur çalışırız ve bunun kendi zeka ve emeklerimiz sonucunda tamamen kendi başarımız olduğunu sanırız.

Çocuk sahibi oluruz ve bunun yine kendi başardığımız olduğunu sanır ve gurur duyarız.

Örnekleri çoğaltmak zor değil. Kısacası, aklımıza, zekamıza, bedenimize ve yeteneklerimize güveniriz. Onlar üstünde yükseliriz. Kazandıklarımızı, başarılarımızı hep kendi emeklerimiz soncu elde ettiğimizi düşünür ve kendimizle övünürüz.

Halbuki tüm bunları ne yaparak elde ettim diye kendimize sormayız.

İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, “Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir” der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler. Zümer, 49

Bizim dediğimiz şeyler ne kadar bizim?

Yakından baktığımızda, insan olarak bu dünyaya gelişimize biz karar vermedik, nasıl bir bedene sahip olacağımıza biz karar vermedik, nasıl bir ailede dünyaya geleceğimize biz karar vermedik, nasıl bir coğrafyada doğacağımıza biz karar vermedik. Kısacası en baştan hayat bulmamızla ilgili en küçük müdahalemiz yok.

Daha sonra anne karnında geçirdiğimiz sürelerde gelişen olaylara biz karar vermedik, anne-babamız da o süreci yönetmedi. Belirli bir yaşa gelene kadar kendimiz üzerinde hiç bir tasarrufumuz dahi yok.

Sürekli kullandığımız ve zaman zaman üstünlüğü ile başkalarına karşı böbürlendiğimiz aklımızı da kendimiz icat etmedik. Sadece bize verileni kullanıyoruz. Evet, nasıl kullandığımıza dair irademiz de önemli ama burada vurguladığım, donanım olarak biz esasında hiçbir şeye sahip varlıklar değiliz.

Hayatta başımıza gelen birçok şeye etkimiz yok. Sadece çok az bir kısmını yönetebiliyoruz. En büyük kısmı bizim etki alanımız dışında.

Dünyaya gelişimizi tayin edemediğimiz gibi, bu dünyadan nasıl, nerede, ne zaman gideceğimiz ile ilgili de bir bilgimiz ve etkimiz de yok.

İster yaratılışa inan, ister inanma sonuçta, insanın aslında kendi bedeni ve yaşamı üzerindeki etkisinin çok çok düşük olduğu bir gerçek.

Hatta inanmayan birinin , dünyaya gelişini tamamen tesadüfi süreçlere bağladığı halde, kendisine verilen bedenin güzelliği, zekasının keskinliği ile övünmesinin ne anlamsız olduğunu takdir edebilirsiniz.

Tamamen tesadüf eseri var olan ve ölünce sonsuza kadar yok olacak olan bir varlık ne kadar değerli olabilir ki?  Bu ancak kendini kandırmadır.

Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez. Hadid, 22-23

Muhtaç olmadığını sanmak

İnsanı, yaratıcının varlığı fikrinden uzaklaştıran yanılgılardan biri, kişinin aciz bir varlık olduğunu idrak edememesidir.

Bir diğer deyişle kibirlenmesidir. Bu bakış, öyle bir zehirler ki insanı, ‘elde ettiklerim kendi kazanımımdır’ düşüncesini körükler.

Elbette ki muhtaç olmadığını sanan herkes hemen bir yaratıcı yoktur fikrine sarılmaz. Lakin, yaratıcının olmadığı bir hayata doğru yönelmeye başlamıştır.

Diyelim ki güzel bir yemek yedik. ‘Yemek yedim’ deriz. Oysa yemeği, ağzımıza atmak işinden başka bir şey yapmamışızdır.

Oysa o besini yetiştiren toprak bizim eserimiz değil, o tohum bizim eserimiz değil, yağmur bizim değil, hava bizim değil. Ağzımıza besini attığımızda, enzimleri biz salgılatmıyoruz, mide asidini biz yönetmiyoruz, bağırsaklara biz komut vermiyoruz, kalbimizin atışına, kanımızın akışına dahi bir hükmümüz yok.

Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır. Fatır 15

 

Benim bedenim‘ diye hemen de sahiplendiğimiz bu bedenin üzerinde ne kadar da az tasarrufumuz var bir görebilsek. Trilyonlarca hücre var vücudumuzda, bunların hepsi birer makine gibi gece-gündüz sessizce çalışıyor.  Hangi birinden haberimiz var? Bu çalışmayı bizim yönettiğimiz söylenebilir mi?

Öyleyse bu bedeni ve hayatı, bir emek karşılığında elde etmişcesine, bu denli sahiplenmek neden? Bu övünme neden?

İlk ve en büyük günah: KİBİR

Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. Bakara, 34

İlk kibir günahını şeytan işledi. O günden beri insanları aynı günaha sevk etmek için uğraşıyor. Onların kulaklarına fısıldıyor, ‘bak sen ne yaptıysan kendinden, O Allah mı seni bu okula soktu, o Allah mı sana bu nimetleri verdi, herkes kendi yaptığının karşılığını alır, öyle görünmeyen şeylere inanmak aptallıktır’ diyerek.

Ateistlerin çoğunun içinde de, farkında olmasalar da böyle bir hissiyat var. Zira, acizliğini idrak eden bir insan, gönlünü hakikat dünyasına açmakta zorlanmaz. Ben bu kadar acizken, bu koca evreni evirip çeviren nedir diye bir arayışa girer.

Elbette ki, bu his yaratıcının varlığını insana ispatlamaz. Bu his varsa Allah demek ki var gibi bir iddiada değilim.

Ancak, aciz olduğunu anlamak, insanın mütevazi bir gözle etrafına şöyle bir kez daha bakmasının yolunu açar. Bilimden faydalanacaksa ona ayrı bir bakar, Kur’an okuyacaksa ona ayrı bir bakar. Allah’ın işaretlerini fark etmesi mümkün olur.

‘Üstten bakan’ bir insan ancak kendi boyu ölçüsündeki bir alanı görür. Lakin yukarı bakan insanın bakışı göklere uzanır.

Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Ahirete inanmayanların kalpleri bunu inkâr etmekte, kendileri de büyüklük taslamaktadırlar. Nahl, 22

Acizliğini anlamak insanın gözünü açar

Sürekli oradan oraya koşturuyoruz, değişik arzu ve hevesler peşindeyiz ama küçücük bir hastalık bizi yere yatırıyor. Hatta öyle ki, bazen, o çok sevdiğimiz hayattan bizi öyle bir uzaklaştırıyor ki, normalde hiç düşünmediği şeyleri düşünmeye başlıyor insan.

Madem o kadar kendine yetiyor insan, neden kendi kendini iyileştiremiyor? Ne yazık ki, bunu düşünmeden, yürüyor, yiyor, içiyor, geziyoruz.

Dilediğiniz an kalkıp yürüyebilmeyi ayakları olmayan birine sorun bakalım.. Konuşabilmeyi dilsiz birine sorun bakalım… İstediğini yeyip içebilmenin ne olduğunu bir şeker hastasına sorun bakalım.. Ya da rahatça tuvalete bile gidebilmeyi böbrek hastası olan birine sorun bakalım..

Günlük hayatta bunları yaparken üzerine hiç düşünmüyoruz. Son derece doğal bunlara sahip olmamız bize göre.

Normal hayatın içinde hiç umrunda olmuyor insanın aslında ne kadar aciz biri olduğu. Ta ki sahip olduğunuzu sandığınız şeyler eksilene kadar..

Sonuç

İnsan aciz olduğunu, ihtiyaç duyan bir varlık olduğunu anladığında hayatı sorgulamaya başlıyor. Sürekli istediği o dünyevi hazların bir kıymeti olmadığını idrak ediyor. Hayatın başıboş olup olmadığını sorguluyor.

Ben şu kocaman evrendeki bir nokta kadar bile değilim ama düşünce dünyamdaki bu kadar büyük zenginlikler ile ben evreni anlayabiliyorum. Bu kadar acizlik içinde bu kadar gelişmiş bir zihne sahibim. Bu nasıl mümkün olabiliyor?

İnsan aç kalınca, dertler basınca, hastalanınca, dara düşünce anlıyor ne kadar da aciz bir varlık olduğunu. Aslında hiçbir şeyin kendi elinde olmadığını. Muhtaç olduğunu.

Hatta bu denli bir acizlikle nasıl hayatta kaldığına hayret edecek derecede anlıyor ve soruyor:

Ben bu kadar aciz, zayıf bir varlıkken beni yaşatan nedir?

Buna karşın, kendi varoluşunda rolün olmadığı halde, kendini bu kadar sahiplenip, övünen bir insan, Allah’ın varlığını kendine yediremez bir vaziyette, gurur içinde dolaşıyor. Özgür olma arzusu, kimseden emir almama arzusu, başıboş olma arzusu, asıl sahibin kim olduğunu görmesine engel oluyor.

İnsanın kendine bu kadar bağlanması, Allah’a bağlanmasını engelliyor.

Kendimizi çok üstün sanıp Allah’a sırtımızı dönerek, muhtaçlığımızı görmezden gelirsek, korkarım ki bizi güzel bir son beklemeyecek. O yüzden insan acizliğini anlayarak, rabbine yönelmeli.

Tat bakalım (cehennemi)!  Hani sen kendince çok üstün, çok şerefli bir kimse idin. Duhan, 49

 

Sonraki yazı: İmansızlığın 6 Şartı : (2) Zanna İman

 

Gökhan

 

Ateizm Çelişkileri Dizisinin Önceki ve Sonraki Yazıları<< İmansızlığın 6 Şartı – İnsan neden ateist olur?İmansızlığın 6 Şartı: (2) Zanna İman >>