ScreenShot044

 

Bundan önceki 5 yazıda, ateizm görüşünün seçilmesinde etken olan temel unsurları ele aldım. Bu unsurlar, genellikle dış dünyanın dar görüşlü bir bakış açısıya algılanmaya çalışılması ile ilgiliydi..

6. ve son yazıda ise, ateistin, iç dünyasına bakışındaki ön kabulleri ve tutarsızlıkları üzerinde durarak seriyi tamamlamayı hedefliyorum.

İmansızlığın 6 Şartı – Ana yazı

6-Akla iman: Bilinçsiz bir sürecin sonucu oluşan aklın güvenilir olduğunu düşünme

Burada, akla iman ile kastedilen, ateist bir insanın, tesadüfi süreçler sonucu elde ettiğini düşündüğü akıl, irade ve bilinç gibi özellikleri,  varsayılan olarak kabul etmesi ve Allah yoksa bu özellikleri temellendiremeyeceğinin farkında olmadan, yine bu özellikleri kullanarak körü körüne Allah’ı reddetmesidir.

Daha önceki yazılarda, ateistlerin her zaman felsefi ve bilimsel bir sorgulama sonucunda ateizmi seçmediğine değinmiştim.

Diyekim ki bu sorgulama faaliyetine girdi, bu sorgulamayı yapmak için aklını kullanması gerekiyor.

Peki akıl dediğimiz şey nedir? İnsan aklına ne kadar güvenebilir? Algıldığımız dış dünyanın gerçekliğinden nasıl emin olabiliriz?

Akıl, irade ve bilinç gibi, insana ait özellikler gerçekten var mıdır? Gerçekten varsa, tesadüfi süreçler sonucunda mı oluşmuştur yoksa arkasında Allah’ın zihni mi vardır?

Ateizmi seçen birçok insan, insandaki bu özellikleri veri olarak kabul ederek, üzerine düşünmeden kullanıyor. Oysa, insanın bu özelliklere sahip olması, en iyi, Allah’ın varlığı ile açıklanabilir.

Beyin aklı açıklayabilir mi?

Materyalist ateistler metafizik bir varlığı reddettiklerinden, insan aklını/zihnini beynin fonksiyonları olarak açıklarlar. Bunun karşısında, Platon ve Descartes gibi, insanda ruh denilen, bedenden ayrı bir töz/cevher olduğunu savunanlar olmuştur. Bu görüşe dualizm deniyor.

Dualizmi savunmadan da, zihnin, fiziksel beyne indirgenemeyeceği görüşünü savunanlar olmuştur. Buna göre, beynimiz, çeşitli moleküllerden oluşmaktadır ancak bu moleküllere indirgenemeyecek özellikler taşımaktadır. Örneğin, acı duymak, mutlu olmak gibi, bilincimizle tecrübe ettiğimiz durumlar, maddeye indirgenemez. Bur durumdaki zihne ise zuhur eden (emergent) zihin denilir.

Şu sıralar teknolojinin gelişmesiyle yapay zekalı bilgisayarlar üzerinde çalışıldığını biliyoruz. Bu bilgisayarlara kendi kendini programlama yeteneği yüklenmeye çalışılıyor.

Ancak, zuhur eden bilinç görüşünü savunanlara göre, insandaki zihnin mahiyeti gereği, bilgisayarda hiçbir zaman bir insandaki gibi bir zihin bulunamaz.

John Searle Çin odası örneği vererek, bilgisayarın insan zihnini taklit edebileceğini, ancak insan gibi hislere sahip olamayacağını savunur. Zihnin, sadece fiziksel beyin ile açıklanamayacağı ile ilgili linkteki videoya göz atabilirsiniz. (Bkz. ilgili video – ingilizce)

Harvard’lı Psikiyatr Robert Stickgold‘a göre de zihin, her ne kadar beynin bir ürünü olsa da, zihni tek başına beyin ile açıklamamız mümkün değil. Bu durum, “Bütün, kendini oluşturan parçalardan daha fazla bir şeydir ve kendini oluşturan parçalarla açıklanamaz” şeklinde özetlenebilir.

Açıklamalarını kendisinden dinleyebilirsiniz (3.5 dk):

Zihnin tesadüfen oluşması ne demek?

Materyalist ateistler, insan zihninin tesadüfi süreçler sonucunda oluştuğunu söyleyeceklerdir. Adım adım gidecek olursak,  bunu iddia ettiklerinde aşağıdaki süreçlerin de tesadüf eseri olduğunu iddia etmiş olurlar:

Evren-Canlı-Evrim-Zihin Döngüsü

Peki bir ateist bu şekilde bir kabulde bulunduğunda ne demiş oluyor. Evrenin, tesadüfen zihin sahibi olan bir parçası, evrenin kendisini anlayabilir hale gelmiştir. Yani, evren (fiziksel madde) tesadüf sonucu, kendi kendini anlamlandırabilir hale gelmiştir.

Bunu şöyle düşünebilirsiniz. Diyelim ki bir yanardağ var, buradan lavlar fışkırıyor. Zamanla bu lavlar soğuyor ve şekil alıyor.  Sonra bir şekilde, soğuyan lavlar çok uzun bir süreçte canlılık kazanıyor ve zihne sahip oluyor ve bu zihinle yanardağı görüp onun nasıl çalıştığını, nasıl jeolojik kurallara tabi olduğunu kavrıyor.

Yani, bir şekilde, bilinci ve iradesi olmayan yanardağ, tesadüfen bilinç kazanıp, kendini tanıyabilir hale gelmiş oluyor.

Eğer, evren ve insanın kendi kendine olduğunu iddia edersek, aşağı yukarı buna benzer anlamsız bir tabloyu savunmak zorunda kalırız.

Bilinç, Hakkındalık ve Gayesellik

Bilinç , “İçebakış” yoluyla zihnin kendi deneyimlerinin gerçekliğini kavraması olarak tanımlanabilir. Evrimsel açıdan bakıldığında, insanda bilincin olması tamamen bir insan algısıdır. Yani, insanda sadece nörokimyasal bazı aktiviteler meydana gelmektedir ve biz bu aktiviteler sonucu ‘düşünce’ dediğimiz şeyleri tecrübe ederiz. Oysa bu bir yanılsamadır.

Bunun evrimsel olarak meydana gelişi, çoğu evrm biyoloğu tarafından ‘Mutlu biz kaza‘ olarak nitelendirilir. Yani tamamen tesadüf eseri, insan zekasının evrimine paralel bir şekilde, insanda bilinç denen olgu meydana gelmiştir. Hayvanlardaki zeka düzeyi düşük olduğundan onların bilince sahip olmadığını, içgüdüsel olarak hareket ettiklerini düşünmemiz bu zeka farklılığından kaynaklanmaktadır.

Materyalist ateizmin bu görüşüne göre, insandaki bilinç tamamen bir sanrıdan ibarettir. Buna bağlı olarak insanda irade denen de bir mekanizma yoktur. Sadece, çeşitli tetikleyicilere karşı beyinde oluşan kimyasal aktivitelerin bir sonucu olarak eylemlerimizi gerçekleştiririz.

Peki, bilinçli bir benlik sahibi değilsek, içimizdeki ‘hakkında olma‘ ve ‘gayesellik‘ nasıl izah edilebilir. Doğada bir maddenin diğeri hakkında olduğunu gözlemlemiyoruz. Örneğin bir masa bir sandalye hakkında düşünmez ya da bir futbol topu gol olmayı hedeflemez.

Maddi varlıklarda hakkındalık, gayesellik ve öznellik gibi özellikleri gözlemiyoruz. Peki, tamamen maddesel olduğu ve tesadüfen evrimselleştiği düşünülen insanda bu özellikler nasıl ve neden var. Bunu içsel olarak sürekli tecrübe ediyoruz.

Allah inancı bunu en iyi şekilde açıklayabilirken materyalizm bu konuda çelişki içinde kalıyor. Açıklayacak gibi de görünmüyor.

Sinirbilimci Sinan Canan – Bilinç (1 dk)
Felsefeci Caner Taslaman – Hakkındalık (4 dk)

İnsanda özgür irade var mı?

İnsanın diğer bir fonksiyonu da özgür iradedir. Bu konuda da bilimsel olarak çeşitli iddialar ortaya atılmıştır. Halen daha tartışmalar devam ediyor. Tartışmaların devam ettiği iki boyut var:

Bunlardan biri, materyalist düşünce tarafından da dile getirilen, insanda özgür irade olmadığı, yani insanın kendi tercihleri ile seçim yapmadığı, deterministik dünya görüşüdür.

Diğeri ise, determinizmin belirsizlik ilkesine aykırı olduğundan hareketle, her şeyin önceden belirlenmiş bir şekilde işlemesinin mümkün olmadığına dayalı görüş.

Yalnız tüm bu görüşlerden öte, bence insanın kendi içe bakışı ile edindiği tecrübenin, en kolay ve ikna edici olduğunu düşünüyorum. Zira, deterministik yaklaşımı savunan bilim insanları da, normal hayatları içinde verdikleri kararların kendilerine ait olmadığını iddia ederek yaşayamazlar.

Öyle olsa, söylediklerinin ya da yaptıklarının, hatta ürettikleri bilimin bile bir anlamı kalmazdı. Örneğin, determinizmi savunan birinin eşini bir başkası öldürse, o kişiyi suçlar mı yoksa ‘senin bir iraden yok, o nedenle eşimi öldürdüğün için sana kızamam mı der’. Veya bilim insanı olma kararını aslında kendi vermediğini mi söyler?

Aşağıda irade illüzyondur diyen görüşle, karşı görüşü bir arada veriyorum:

İrade muhtemelen illüzyondur! (1 dk)
Dr. Henry Stapp – Determinizm – İndeterminizm (2 dk)

Özgür iradeden bahsetmişken, psikoloji alanında bu konuda yapılan deneylere de kısaca değinmek istiyorum.

Libet deneyi ismi verilen bu deneylerle, MR altındaki insanlara istedikleri anda bir butona basmaları isteniyor. Butona basma kararını verdikleri an ve butona bastıkları an arasındaki zamanı inceliyorlar ve karar vermeden önce beyinde hangi butona basacaklarının görülebileceğini farkediyorlar. Bundan hareketle, insanda özgür irade olmadığı sonucunu çıkarıyorlar.

Bu konuda yapılan başka deneyler de ise, aslında bu kararın bu kadar basit olmadığı, insanların bu deney için oraya geldikleri andan itibaren ne yapacakların bildikleri için butona basma kararının anlık olmadığını, geriye doğru uzandığını ortaya koyuyorlar. Bu da demek oluyor ki Libet deneyi özgür irade yok demek için yetersizdir.

Bu konuda aşağıdaki iki videoyu izleyebilirsiniz:

Beynimiz kararı önceden belirliyor mu? (1.5 dk)
Libet Deneyi Değerlendirmesi (4.5 dk)

İrade, rastlantı ve zorunluluk ile açıklanamaz

Özgür iradeyi ortadan kaldırdığınızda, benlik de ortadan kalkar. Çünkü iradeniz yoksa, sizi maddeden ayıran bir özellik de kalmaz. O durumda, insan bir toz zerresinden, bir rüzgardan, bir su damlasından farksız hale gelir.

Kaldı ki, insanlık tarihi boyunca -newton fiziğinden sonra da- insanlar,  yaptığı eylemlerden hep sorumlu tutulmuşlardır. Hukuk sistemi bunun üzerine gelişmiştir. Bunun aksi, insanın içsel tecrübelerine ve hayatın akışına ters gelen bir husustur.

Eğer irade diye bir şey yoksa, işlediği bir suçtan ötürü o kişiyi yargılamamız da anlamsızlaşır. Madde dışı her şeyi reddetmenin felsefi sonuçları gerçekten de, insanı savunulması zor durumlara düşürebilir.

Bu konuda Felsefeci Caner Taslaman’ın görüşlerini dinleyelim (7 dk):

Ateistler kendi akıllarına güvenebilir mi?

Materyalist ateistlerin, kendi beden ve akıllarını, maddenin tesadüfi süreçlere göre evrimleşmesine bağladıklarını görüyoruz. O halde, akıl olarak sahip olduklarını düşündükleri özellik, tamamen bir bilinçsiz, şuursuz, rastgele süreç sonucu oluşan bir atom yığını olmak zorunda.

Bunu kabul edersek, bu kadar rastgele oluşmuş bir aklın yaptığı değerlendirmelere ve çıkarsamalara neden itimat edelim?

Bu konuda John Lennox ve Enis Doko‘nun değerlendirmelerinden kısa bölümler size sunmak istiyorum:

John Lennox – Ateistler akla güvenebilir mi? (1.5 dk)
Enis Doko – Ateizm doğruysa her şey mantıksızdır! (1.5 dk)

Allah akılla kavranabilir mi?

Çoğu ateistin, bilimsel olarak ispatlanmadığı sürece, Allah vardır sonucuna ulaşmayacaklarını önceki yazıda belirtmiştim. Peki, biz rasyonel olarak, yani aklımızı kullanarak Allah’ın varlığını anlayabilir miyiz yoksa Allah insan aklıyla kavranamaz mı?

Buna iki açıdan yaklaşabiliriz. Birincisi, Allah’ın akılla kavranamayacağını savunur ama yine de inanabiliriz. Nitekim bu şekilde düşünen insanlar da var. İkincisi, Allah’ın akılla kavranamayacağını/açıklanamayacağını, yani akla aykırı olduğunu, bu nedenle Allah’ın yok olduğunu düşünebiliriz. Birçok ateist de bu şekilde düşünmektedir.

Özetle ateist, açıklanamaz şeyler için Allah açıklamasını kullanmak mantıksızdır sonucuna gider. Zira ateist, gözüyle görebileceği bir kanıt beklemektedir inanmak için.

Benim bu konudaki görüşüm, aklın Allah kavramını idrak edebileceği, ancak Allah’ın kendisini tam olarak idrak edemeyeceği yönünde. Yani, Allah’ın bize verdiği akıl, bir yaratıcı olduğunu algılayabilecek bir kapasitede, ancak Allah’ın kendisini tam idrak edebilecek bir kapasitede değil.

Zira, Allah’ın kendisini tam idrak edebilmek için Allah olmamız gerekirdi.

İnsan olarak belli sınırlarımız olduğu bir gerçek ama bu sınırlar, Allah’ı hiçbir şekilde anlayamayız, bilemeyiz anlamına da gelmemektedir.

Çünkü, günlük hayatta varlığına inandığımız şeyleri, her zaman görerek, duyarak, dokunarak tecrübe etmiyoruz. Çoğu zaman mantıksal akıl yürütme süreçlerinin bir sonucu olarak var olduklarına kanaat getiriyoruz ve var olduklarından da oldukça eminiz.

Ateistler inanmak için nasıl bir delil beklemektedir?

Tek bir delil değil, esasında Allah’ın varlığı, birbirinden bağımsız bir çok delilin ortak işaret ettiği bir husustur. Bu konuda birleşmeli tümevarım yöntemi ile Allah vardır diyebiliriz. Ancak, ne delil gelirse gelsin, ateist, bakışını genişletmediğinden, Allah yoktur demeye devam edecektir.

Peki nasıl bir delil görünce ateistler Allah’ın varlığı akla daha uygun diyebilecektir? 

Bu noktada ateist şunu diyebilir: ‘Allah olmadığı için böyle bir delil de yok zaten’. Ama ben bunu sormuyorum, benim sorduğumu nasıl bir delil olmasını beklerlerdi Allah var diyebilmek için?

Acaba kendilerine bu soruyu soruyorlar mı? Soruyorlarsa nasıl bir cevap veriyorlar?

Bence ateistlerin buna cevap vermek isteyeceklerini sanmıyorum. Zira, bilimsel olarak bulabilecekleri ve gözlemleyebilecekleri hiç birşeye Allah demeyecekler, ki buna ben de katılıyorum. Çünkü, Allah’ın insan gözüyle görülebilen ya da deney sonucunda tespit edilebilen bir varlık olmasını beklemiyorum.

Öyle olsaydı, bu, Allah’ı çok çok küçük bir alana indirgemiş olmak olurdu ki, bu Allah kavramı ile çelişirdi.

İnsan gibi sınırlı bir varlık, Allah gibi sonsuz bir varlığı ancak sonuçlar üzerinden gözlemleyebilir.(GY)

Gerek evrendeki, gerek iç dünyamızdaki bilgi ve tecrüblerimizi birleştirerek, bunları bir sonuca ulaşmak için kullanabiliriz. Bunu, günlük hayatta sürekli yapıp, hiç kuşku duymadan hayatımızı devam ettirebiliyorken, Allah için yapmamamız için hiçbir neden yok.

Ateistler, nedense normalde akıllarına güvenerek yaptıkları çıkarsamaları, inatla Allah’ın varlığı konusunda yapmıyorlar. Allah’ın varlığı konusunda bilimsel olarak ispatlanabilir bir sonuç bekliyorlar.

Oysa, metafizik bir varlık fizikle ispat edilemez. Zira, bu, fiziğin değil felsefenin konusudur. Felsefi olarak ise, bilimsel verileri de kullanarak akıl yürütmeleri yoluyla Allah’ın varlığını kavrayabiliriz.

Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi? Fussilet, 53

Sonuç

Akıl, irade ve bilinç gibi kavramları, Allah’la temellendirmedikçe, bu kavramların varlığını, ya inkar etmek zorundayızdır ya da tesadüfe bağlamak zorundayızdır.

Eğer, inkar edersek, o halde çok garip çelişkiler yumağının içine girmiş oluruz. Bu durumda, ‘inkar etmek‘ bile anlamsızlaşır, zira inkar etmek için bile akıl ve irade sahibi olmanız gerekir.

Bu durumda, ateistlerin inkar etme gibi bir faaliyetin bile halüsinasyon olduğunu savunmaktan başka çareleri kalmaz. O durumda, sadece Allah’ın varlığı ile ilgili değil, günlük hayatta yaptıkları tüm eylem ve seçimler de birer halüsinasyon haline gelir.

Bu gerçek dışı bir yaşam, insanın içsel deneyimlerine oldukça zıttır. Çünkü hiçbir ateistin, bir taşın üstüne oturup, bir yaprak gibi savrulmayı beklediğini görmeyiz. Aksine hergün binlerce karar verirler ve bu kararların da kendilerine ait olduğundan oldukça emindirler.

Tesadüf olamaz mı?

Hayır, tesadüfi olarak bende bu özellikler oluştu derseler, o zaman da yine çıkmazların içine girilmiş olur. Öncelikle, insanda maddeye indirgenemeyecek bilinç ve zihin gibi unsurların, sadece maddeden oluşan evrende nasıl maydana geldiğini açıklamaları gerekir.

Bu durum boşlukların Tanrısı iddiasına girmez, zira bu bir mahiyet farkıdır. Bilim geliştikçe bunu açıklayacağız mantığı burada işlemez. Burada, fiziksel varlıktan metafizik bir zuhur etmenin izah edilmesi gerekir.

Daha sonra, tesadüf eseri meydana gelmiş bir akılla, evreni anlamlandırabilecek donanımda olmalarını, akıl almaz derecede düşük bir olasılığa bağlamaları gerekir. Bu durum da, tesadüflere iman başlığında işlediğimiz üzere ciddi bir iman gerektirir.

Sonra, nasıl oluyor da, itme-çekme, parçacık olma-dalga olma gibi özellikler taşıyan fiziksel madde, bir diğer madde ‘hakkında‘ olabiliyor veya nasıl oluyor da fiziksel maddede ‘yönelim‘ ve ‘gayesllik’ oluyor bunu da izah etmeleri gerekir.

Evrimsel olarak, bir ‘kaza‘ olarak tanımlanan bilincin, insanda neden var olduğunu ve bu kadar uzun süre bu türde kaldığını da izah etmeleri gerekir. Neden sadece insan geleceğe dair planlar yapar ve öleceğini bilir?

Ve son olarak, bu denli rastgelelik içinde, tesadüfi savrulmalar sonucu oluşmuş bir akla, nasıl güvenerek yargıda bulunabildiklerini de açıklamaları gerekir ki bu ciddi bir tutarsızlıktır.

Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz? Zariyat, 20-21

Özetle;

Allah’ın varlığı inkar edildiğinde, akıl, bilinç ve irade gibi her an tecrübe ettiğimiz, kullandığmız, en içkin özelliklerimizi mantıklı bir şekilde temellendiremeyiz. Ateistler, hem bunları her an kullanıyor, hem de materyalizmi tercih etmenin sonucu olarak bunları reddetmek zorunda kalıyor. Bu ciddi bir çelişkidir.

Ateistler, hem inananları akılsızlıkla suçluyorlar hem de tesadüfen sahip oldukları akıllarıyla gurur duyuyorlar. Bence bu durum, akla, akılsızca bir imanın sonucudur. (GY)

Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler.  İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. Bakara, 13

Son söz:

Daha geniş açıdan bakabilmek, ön yargılarımızdan kurtulabilmek, günlük hayatta kullandığımız akıl yürütmeleri Allah’ın varlığı konusunda da kullanabilmek, daha detaylı araştırmak ve bilimi tek bilgi kaynağı kabul etmeden tüm sonuçları değerlendirmek ümit ediyorum ki gerçeği farketmemize yarayacaktır.

Umarım bu yazı dizisi bu konuda yardımcı olur.

 

Selamlar,

Gökhan

 

 

 

Ateizm Çelişkileri Dizisinin Önceki ve Sonraki Yazıları<< İmansızlığın 6 şartı: (5) Tesadüflere iman