Not: Ben çok akıllıyım diyorsan bu yazıyı boşuna okuma !

Çağımızda gördüğüm önemli toplumsal rahatsızlıklardan biri, değer ölçülerimizin aslında yanılsamalar üzerine kurulu olması.

İnsanın, hayatı nasıl yaşaması gerektiği ile ilgili fikirleri, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair inanışları sizce nasıl oluşuyor?

Aile, çevre, eğitim, psikolojik ve diğer sorunlar, dini öğretiler vb. etkenlerden insanın etkilendiği bir gerçek. Herkes çevresinden duyduklarını kendi algısına ve mantığına göre yorumlayarak kendi doğrusunu oluşturuyor. Bunu yaparken de en çok düşülen hata, insanın etrafına bakması ve etrafında gördüklerinin ortalamasını baz olarak kabul etmesi.

Başkalarını baz almak

Ne demek istediğimi biraz daha açayım. Örneğin, giyimimizle ilgili vereceğimiz bir kararda, neyin yanlış ve abartı olduğu, çevremizde, televizyonda, internette gördüklerimizin ortalamasına göre şekilleniyor zihnimizde.

Kadın-Erkek arasındaki ilişkiler, tüm söz ve davranışlarımız.. hepsi aslında çoğunluğa göre şekilleniyor. Örneğin, etrafınızdakiler yalan söylüyorsa bu artık sıradan ve normal oluyor, etrafınızdakiler gıybet ediyorsa bu da sıradan ve normal geliyor, bir sırada başkalarının önüne geçmek herkesin yaptığı bişey ise siz de kendinizi yaparken buluyorsunuz. Örnekler çoğaltılabilir.

Bu durum, özellikle dini konularda kendini gösteriyor. “Nasılsa kimse namaz kılmıyor ben de kılmasam çok sorun olmaz heralde” ya da “herkes alkol alıyor ne var ki bunda” gibi şeyler söylüyoruz kendimize.

Bu konularda kendimizi haklı görmek için içimizde kurduğumuz birkaç örnek cümle vereyim: ‘başkaları neler yapıyor, ben en azından bunu bunu yapmıyorum‘, ‘herkes böyle yaşadığına göre, ben de böyle yaparsam çok yanlış olmaz sanırım‘, ‘bu kadar insan cehenneme mi gidecek canım‘ ‘nasılsa Allah affeder‘. Size de tanıdık geldi mi bu bahaneler?

Müslümanım diyen bir kadını ele alalım. Kendisini çoğunluğa göre kıyaslayıp, abartılı giyinmediğine kanaat getirebiliyor kolayca. Kime göre neye göre doğru? Veya bir erkek, evli olmadığı bir kadınla ilişki yaşamaktan çekinmiyor çünkü etraflarındaki hemen herkes böyle!

Yaptığımız şey,  etrafımızı gözlemleyip, zihnimizde bazı varsayımlara ulaşmak ve ulaştığımız bu varsayımsal sınırlar içinde yaşadığımızda doğru yaptığımızı sanmak.

Çoğunluğa uymak ne kadar doğru?

Çoğunluk böyle yaşıyor diye doğru olan bu mudur? Sadece kafamızdaki tahminlere, akıl yürütmelere göre yaşamak doğru mu?

Bakın Kur’an’da Allah ne diyor:

Eğer yeryüzünde (yaşamakta) olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allahın yolundan saptırırlar: onlar ancak (başkalarının) zanlarına tabi olurlar ve kendileri hiçbir şey yapmayıp sadece tahmin yürütürler.” (En’am, 116)

Çoğumuz, ne yazık ki sadece etiket müslümanıyız. Kendimize müslüman olduğumuzu söylüyoruz ancak aslında gerçek böyle mi?  Bir şeye inanmak, inandığın gibi yaşamayı da gerektirmez mi? Bu gerçeği daha ne kadar görmezden geleceğiz. Dünya hayatının küçük hazlarının peşinde daha ne kadar koşup kendimizi tüketeceğiz?

Çoğumuzun yaşantısındaki amaçları listelesek sanırım şu birkaç maddeye sığar:

  • Hayatta kalmak/Yaşamını sürdürmek
  • Beğenilmek/Takdir Görmek
  • Arzulamak/Arzulanmak
  • Güç ve Mevkii Elde Etmek

Etrafınıza bu gözle bir bakın.. İnsanların yaptığı neredeyse tüm aktiviteler yukarıdaki 4 maddede toplanmıyor mu? Yemek, içmek, güzel giyinmek, güzel yerler görmek, karşı cinsi arzulamak, diğer insanlara beğenilmek için türlü türlü şeyler yapmak, mevki ve para kazanmak için çalışıp çalışıp durmak, ev, araba vs. sahibi olmaya çalışmak…  Bunların hepsi yanlış demiyorum ama insan olmak sadece bunları yapmak mı? Hayatın amacı, dünya hayatını en güzel şekilde yaşayıp sonra ölmek mi?

Dünya Hayatı Kur’an’da nasıl anlatılıyor?

Bakın Kur’an dünya hayatını nasıl tanımlıyor:

Bu dünya hayatı, bir oyundan, eğlenceden ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir; ama ahiret hayatı Allaha karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse aklınızı kullanmaz mısınız? (En’am, 32)

Bilin ki (ey insanlar!) Bu dünya hayatı, sadece bir oyundan, geçici bir eğlence ve güzel bir gösteriden, birbirinizle büyüklük yarışı(na girişmenizden) ve daha çok servet ve çocuk sahibi olma hırsın(ız)dan ibarettir. Bu (dünya)nın durumu, (hayat getiren) yağmurun hikayesine benzer: Yağmurun yeşerttiği bitki, toprağı ekenlere sevinç verir; ama sonra kurur ve sen onun sarardığını görürsün; sonunda toprak haline gelir. Ama öteki dünyada (insanın durumu ile ilgili ebedi hakikat açıkça ortaya çıkacaktır). (Ya) şiddetli azap, yahut Allah’ın bağışlayıcılığı ve hoşnutluğu, çünkü bu dünya hayatı, kendini kandırmanın zevkin(i tatmak)tan başka bir şey değildir.” (Hadid, 20)

Bakın ne güzel bir benzetme var: Bu çekici dünya hayatı, kendini kandırmanın zevkini tatmaktan başka bir şey değildir. Daha ne kadar aklımızı başkasının aklına endeksleyerek yaşayabiliriz ki?

Başkaları şunu yapıyor, şunu giyiyor, şunu söylüyor diye değer yargılarımızı ne kadar onlara göre belirleyebiliriz? Ne kadar daha kendimize müslüman olduğumuzu söyleyip, sadece mübarek günlerde ve başımız sıkıştığında Allah’ı anarak ilerleyebiliriz? Ne kadar daha kendimizi kandırabiliriz? Bu durum sanki başını kuma gömen devekuşunun hali değil midir?

Sanki dünya hayatı tek ve gerçek hayatmış gibi yaşayıp duruyoruz. Sanki ahiret hayatı diye bir şey yok ve dünyada ne kadar yaşarsan, ne kadar haz alırsan her şey ondan ibaret.

İnandım demek yeterli mi?

Oysa Kur’an, ahiret yokmuşcasına sadece dünya hayatını yaşayanları gerçeği göremeyen körler olarak tanımlıyor. Sürekli bir şeyler elde etmek için bocalamamıza rağmen bir türlü tam bir huzur yakalayamamızın nedenini Allah 14 asır önce bize göndermiş aslında !

Ahirete inanmayanlara gelince, onlara yapıp ettiklerini güzel göstermişizdir; bu yüzden, körcesine bocalayıp durmaktadırlar. (Neml, 4)

Yaptığımız tek şey, ‘inandık‘ deyip tam tersi gibi yaşamak. Aslında inandık dediğimiz dinin bize ne anlattığıyla bile ilgilenmiyoruz. Peşinen inanmış durumdayız çoğumuz.

Bazen şöyle sorular akla gelir: Hadi biz müslüman bir ülkede doğduk, diğer ülkelerde doğanların günahı ne? Sanıyoruz ki, müslüman bir ailede doğduk diye otomatik olarak kurtardık. Bu dini tanımasak da, bilmesek de, inanmış olmamız, er-geç cehennemden bizi kurtaracak gibi bir inanışımız var. Acaba gerçek böyle mi? Acaba iş bu kadar basit mi?

Kur’an bakın bu konuda bizi nasıl uyarıyor:

İnsanlar, (sadece) “İnandık!” demeleriyle bırakılacaklarını ve sınava çekilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Andolsun ki, Biz kendilerinden öncekileri de sınadık; o halde (bugün yaşayanlar da sınanacak ve) elbette Allah, doğru davrananları ortaya çıkaracak ve yalancıların da kimler olduğunu gösterecektir.” (Ankebut, 2-3)

Acaba bu ayette belirtilen yalancılardan olma ihtimalimiz yok mu? İnandık dememize rağmen sadece dünya hayatının hazları ve günlük sorunları ile ilgilenip başka bir şey yokmuş gibi yaşamak gerçekten akıllılık mı?

Sizi motive eden, heyecanlandıran, mutlu eden şeyleri bi aklınızdan geçirin? Neler onlar? Kaç tanesi bu maddiyatla, kaç tanesi maneviyatla ilgili?

Neyi daha çok istiyoruz?

Bir de şunları düşünün.. Sevdiğiniz bir insandan ayrılınca barışmayı ne kadar çok istiyorsunuz değil mi? Bir yakınınızı kaybedince onun geri gelmesini ne çok istiyorunuz? Hastalanınca ne kadar sağlığınızı geri kazanmak için çırpınıyorsunuz? Bir işe girmek, yükselmek için ne kadar efor ve enerji harcıyorsunuz?

Demek ki, insan gerçekten istediği şeylerin peşinden koşuyor, onlar için çabalıyor, ümit ediyor..

Peki Allah’ın rızası bu saydıklarımdan daha ucuz mu ki onu kazanmak için az önce saydığım şeyleri elde etmek için gösterdiğimiz motivasyon ve enerjinin onda birini bile harcamıyoruz? O zaman kendimize bir itirafta bulunmanın zamanı gelmedi mi? Acaba biz sadece dünyadaki hayata tapıyor olabilir miyiz Allah yerine?

Yazıklar olsun size de, Allah yerine tapınıp durduğunuz bütün bu nesnelere de! Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Enbiya, 67)

“Nefsinin hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın da dalâleti hak ettiğini bilerek saptırdığı; kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” (Casiye, 23)

Eğer ki, bize bir akıl ve irade verilmişse, bu aklı doğru bir şekilde kullanıp kullanmadığımız da bize sorulacaktır. Çünkü, irade imtihanı gerektirir.

Eğer biz değer ölçülerimizi, olması gerekene göre değil de, çoğunluğa veya kendi bireysel değerlendirmemize göre belirlersek o zaman hesap sorulduğunda verecek mantıklı bir cevabımız olabilir mi? Üstelik bu ayetlerle de uyarılmışken!

Hala akıllanmayacak mıyız?

Gökhan