Bir yaratıcının var olup olmadığı binlerce yıldır insanların aklını kurcalamış bir konudur. Elbette benim de aklımı kurcaladı. Hatta yaratıcının var olup olmadığını değerlendirirken istediğim sonucun çıkmasını bekleyerek değil, tamamen objektif bakmaya çalışarak bu süreci yaşamaya çalıştım. Bu nedenle zaman zaman kafamın karıştığı, bocaladığım durumlar da olmadı değil. Benim bu siteyi insanlara sunma amacım çok karmaşık meseleleri sadeleştirmek, herkesin anlayabileceği bir dille izah etmek olduğundan, bu sefer bu konuyu ele almak istiyorum. Elbette bu konuda söyleneceklerin sayısı sınırsız ama bir yerden başlamak gerek.

Ateistlerin, şu anki bilimsel verilere göre evrenin bir başlangıcı olduğunu öğrendikten sonra, şöyle bir yaklaşım geliştirdiklerini görüyoruz  “evrenin başlangıcından önceki durumu bilmiyoruz. Hatta evrenin başlangıcından ‘önce’ demek bile anlamsız zira, zaman evrenin başlangıcı ile başladı. Doğal olarak, bilmediğimiz birşey için, elimizde fiziksel bir kanıt olmadan, bişeyler uydurmak ve hepsinin nedeni Tanrıdır demek anlamsızdır, yetersizdir.”

Durum gerçekten inanmayanların iddia ettiği gibi mi?

Ateislerin iddiası, insanların inanma ihtiyacı hissettikleri için inandıkları ve inanmanın akli delillere değil, kabullere dayalı olduğu yönünde. Diğer bir deyişle,” bilimsel olarak doğrulanmadığı sürece ben neden Tanrı vardır diyeyim ki, bunu diyenler objektif değiller, deliller üzerinden değil, inanışlar üzerinden konuşuyorlar.” diyorlar.

Peki durum böyle mi? Bir yaratıcının varlığına delil olarak çok çeşitli örnekler verilebilir ve ben de bunları zaman içinde sırasıyla ele almak istiyorum. Ancak bugün, en kolay olan yöntem ile başlayacağım.

Günlük hayatta ve hatta bilimde sıkça basvurulan yöntemler nelerdir diye baktığımızda karışımıza çıkan en ortak nokta tümevarımdır. Yani bir sonuca bakarak, bu sonucun nedenlerinin araştırılması yoludur. Örneğin, sabah evden çıktığımızda yerlerin ıslak olduğunu görünce, demekki yağmur yağdı ya da biri buraları suladı gibi çıkarımlar yaparız. Örneğin, Newton gibi, elma neden yere düşüyor diye sorgulayarak, demekki, cisimleri yere doğru çeken bir kuvvet var deriz. Kısacası, eğer bir sonuç var ve bundan eminsek, bu sonucun bir nedeni olduğunu da söylememiz mümkündür. Sonuç kesinse, neden de kesindir. Sonuç, nedenin göstergesidir! Bu ilkeyi aklımıza yazıyoruz.

Nitekim bilim insanları, bu temel mantıktan hareketle, higgs bozonu, kozmolojik sabit, kara madde, kara enerji gibi bilimsel iddialar ortaya atmışlar ve zaman içinde bu iddialarının bir kısmını teyit etmişlerdir. Örneğin, bunların içinden kara enerjiyi  (karanlık enerji) ele alırsak, bilim insanları evrenin sürekli genişlediğini gözlemle tespit etmiş durumdalar, bu bir gerçek ancak neden ivmelenerek genişlediğine dair kesin bir bilgileri yok. Bu nedenle genişlemeye neden olan enerjiye şimdilik karanlık enerli diyorlar. Burada, sonucumuz, evrenin genişlemesi ise, nedenimiz nedir mantığı üzerinden bir sorgulama yapılarak, doğru bulunmaya çalışılıyor.

Şunu da ayrıca belirtmek gerek, higgs bozonu da bu şekilde, daha önceleri matematiksel olarak ortaya atılmış bir teori iken, sonradan CERN deneyleri ile maddeye kütle kazandıran böyle bir ‘alan’ olduğu ispatlanmıştır. Yalnız, ispatlanmıştır derken, bu noktada şunu vurgulamam gerek. Bilim insanları Higgs bozonunu buldu diyoruz ama aslında yüzde yüz değil ama yüze çok çok yakın oranlarda gözlemlenebildiği için var olduğunu kabul ediyoruz. Yani bilim de aslında her zaman yüzde yüz kesinlikte sonuç vermiyor, yüze çok yakınsa ‘var’; sıfıra çok yakınsa ‘yok’ şeklinde bir değerlendirme yapılıyor. Örneğin, deney sonucu Higgs bozonunun olmama ihtimali %0.000000001 civarında, yani çok çok küçük, olduğundan var diyoruz. Yani bilim çok önemli ve kesin bilgiye ulaşma kaynağımız denilirken aslında burada da istatistiki/akli bir sonuç çıkarımı yapıldığını ve çok küçük ihtimalin gerçekleşmeyeceğinin varsayıldığını bilelim. (Bu durumu not edin, başka bir yazıda hassas ayarlar argümanından bahsederken de işimize yarayacak.)

Özetlersek, evrende bir varlık ya da olay gözlemliyorsak, bu olayı inceleyerek arkasındaki nedene ait keşifler yapabiliriz. Olay ve sonuçlar ne kadar kesin ve ispat edilebilir ise, onu meydana getiren nedenler de o kadar kesin ve gerçektir. Yani olayları izleyerek, arkasındaki kurala ulaşılabilir. Çünku tek basına olay, kendisini izah etmek icin yetmemektedir. Bu noktada akla şu soru gelir:

Kurallar neden var? Kurallar kendi kendini var edebilir mi?

Fiziksel madde, kendi iradesi, aklı ve amacı olmayan varlıklardır. Bu nedenle maddedeki her hareket, her eylem, bir enerjiye ihtiyaç duyar. Bu da bizim her olayı, her eylemi sorgulamamıza, yani ‘bu eylemi ne meydana getirdi’ sorusunu sormamıza neden olur. Bu soruyu sormamızı meşru kılan şey, maddenin kendi kendine, bir enerji olmadan hareket etmeyeceği gerçeğidir. (NEDENSELLİK İLKESİ)

Hangi olay ve olgu olursa olsun, bu şekilde zincirleme olarak sorguladığımızda, evrenin başlangıcına kadar gitmek zorunda kalırız. Çünkü herşeyin başlangıcı orasıdır ve her kural, kanun sonunda oraya dayanır.  Peki o halde neden sorgulamayı burada bırakamıyoruz? Neden hala daha ‘bir hiçliğin ortasında big bangi oluşturacak ışık nereden ve ne amaçla geldi, bunun arkasındaki kural, kanun, güç, enerji nereden geldi‘ sorusunu sorma gereği duyuyoruz. Çünkü, halen kendi kendini var edemeyecek olan, bir aklı ve iradesi olmayan bir varlık düzlemindeyiz.

Bilim genellikle ‘nasıl’ sorusuna cevap verir. Yani, yağmur nasıl yağıyor, evren nasıl genişliyor, atomlar nasıl işliyor, embriyo nasıl bebeğe dönüşüyor gibi. Ama insan olarak biz ‘neden’ sorusunu da sorma arzusu duyuyoruz. Yani, biz güneş sisteminin nasıl işlediğini kepler kanunlarıyla açıklayabiliriz ama hala şu soruyu soruyoruz: Neden böyle kurallar var? Bir motorun nasıl çalıştığını son noktasına kadar da idrak etsek de, bu mühendisin olmadığını iddia etmeye yetmez!

Zamanın big bang ile başlamış olması, insan mantığının ‘tamam o halde daha gerisinde bişey aramaya gerek yok‘ demesi icin yeterli bir argüman degildir. Hala, aklı ve iradesi olmayan bir varlığın, bir amaç için milyarlarca yıllık süreç içinde, kurallı bir evren ve akıllı yaşam meydana getirmesine yeterli, tatmin edici bir açıklama getirmiş olmuyoruz. (GAYESELLİK İLKESİ)

Ateist düşünceye göre, buna bir açıklama getirmemiz gerekmeyebilir, bunu böyle kabul etmeliyiz diyebilirler.  Ancak, tüm insanlık hayatı temel mantık kuralları üzerine kuruluyken ve insanda bu ‘neden’ diye soru sorma arzusu varken, bu soruyu sormamayı seçmek, hayatın doğal işleyişine ve insanın yapısına aykırıdır !!

Temel mantık kurallarından neyi kastediyorum. Çok basit bir örnekle gündelik hayatta bu özelliğimizi nasıl kullandığımızı açıklayalım: Diyelim ki bir çantanız var, ve içinde daha önce sizin koymadığınız ve çantayı meydana getiren elementlerden tamamen farklı elementlerden oluşan bir cisim gördünüz. Bu cismin varlığını açıklamak zorunda hissedersiniz ve bunun için de temel mantık öğelerini kullanırsınız. Dersiniz ki, bunun tek açıklaması var, o da bu cismi buraya başka biri koydu!

Yeryüzünde tek bir akıllı insan dahi bu argümana itiraz etmez. Neden itiraz etmez peki? Çünkü, insan zihni temel mantık üzerine işler. Ortada kesin bir sonuç varsa, kesin de bir neden vardır!

Burada kesin sonuç nedir? Çantada bir cismin olması. Bu cismin varlığı fiziksel olarak ispat edilebiliyor.  Milyon yıl geçse de çantanızda hiç var olmayan elementlerden oluşan bir cisim meydana gelmesi fizik kuralları icinde mümkün değil. O halde, çantanızda, dün olmayan ama bugün olan ve sizin koymadıgınız bir cismi bulmanızın acıklaması nedir?

Hiçbir akıl sahibi bu soruya, başka birinin koymuş olacağından başka bir açıklama getiremez. Tek ve geçerli açıklama budur.

Peki, o cismi çantanıza başka birinin koyduğuna dair fiziksel bir kanıtımız var mı? Yani, gözünüzle gördünüz mü? Kameraya kaydettiniz mi? Bir fiziksel kanıt bulabildik mi hayır bunların hiç biri yok.  Peki fiziksel kanıtınız olmadan nasıl onu baska birinin koyduğunu iddia ediyorsunuz?

Çünkü sonuç, sebebin gostergesidir ! Bunu söylemek için ayrıca bir kanıta ihtiyaç yoktur. Eğer bunu kim koydu derseniz o zaman, yine sonuçlara bakarak bazı bilgiler verebilirsiniz:  Bu cisme sahip olabilecek, bunu buraya koymak istemiş olan, irade sahibi biri olmalı, dersiniz.

İşte, Tanrı’nın varlığını ispat etmek için de sonuca bakmamız yeterli. Ayrıca, Tanrı’nın varlığını, kendisini fiziksel bir incelemeye tutarak ispat etme gereği yoktur. Hatta bu gereklilik anlamsızdır. Zira, tanrının maddeden ve zamanın bir parçası olarak fiziksel olarak bulunması mantıksız olurdu.

Allah’ın varlığı icin çok fazla sayıda ispat aracı var. Ancak en önemlisi bence temel mantıkla yapılanı. Çünkü belki hassas ayarlar gibi bilimsel temelli argümanları herkesin anlamasını beklemeyebiliriz ama bu bahsettiğim temel mantık herkeste var. Eger herkeste olmasaydı, Tanrı bulunmak istediği halde,  insanları bunu yapabilecek nitelikte yaratmamış olurdu. Bu anlamda da mükemmel uyum gosteriyor.

Bazı ateistler, Big Bang’ten öncesi bilimsel olarak tanımsızdır derler. Yani zaman Big Bang ile başladığından, bundan öncesini bilimsel olarak konuşamayacağımızı iddia ederler ve sizin sunduğunuz hiç bir delili yeterli görmezler.  O halde şu soru gündeme gelir: Tanrının varkığının dogrulanabilir ya da yanlışlanabilir olması için ne gereklidir? Ya da soruyu şu şekilde de sormak mümkün: Tanrı’nın var olduğunu kabul etmek için yadsınamaz delil ne olmalıdır? Nasıl bir delil görünce ateistler Tanrı var diyebilecektir?  Bu noktada ateist şunu diyebilir: ‘Tanrı olmadığı için böyle bir delil de yok zaten’. Ama ben bunu sormuyorum, benim sorduğumu nasıl bir delil olmasını beklerlerdi Tanrı var diyebilmek için?

Bence ateistlerin buna cevap vermek isteyeceklerini sanmıyorum. Zira, bilimsel olarak bulabilecekleri ve gözlemleyebilecekleri hiç birşeye Tanrı demeyecekler, ki buna ben de katılıyorum. Çünkü, Tanrı’nın insan gözüyle görülebilen bir varlık olmasını beklemiyorum. Öyle olsaydı bu, Tanrı’yı çok çok küçük bir alana indirgemiş olmak olurdu ki bu Tanrı kavramı ile çelişirdi. İnsan gibi sınırlı bir varlık, Tanrı gibi sonsuz bir varlığı ancak sonuçlar üzerinden gözlemleyebilir.

Bu argümanda ortaya koyduğumuz şey, evren diye bir sonuç varsa  bunu meydana getiren bir sebep de olmalı düşüncesidir. Peki bu sebep ne olabilir?

Yukarıdaki anlattığımız şekilde mantığımızla ulaştığımız ilk şey, bize ‘Evet bir Tanrı var’ demiyor. Ulaştığımız ilk şey bize, kaçınılmaz olarak “Başlangıcı olmayan, zamansız, mekansız, zeka, irade ve mutlak güç sahibi bir varlık” olması gerektiğini gösteriyor. Neden?

Çünkü, aklı ve iradesi olmayan ve bir enerji olmadan hareket edemeyen varlıkların rastgele bir şekilde bir gayesellik içinde evreni ve yaşam oluşturacak bir dünyayı açığa çıkarması ihtimali anlamlı gelmiyor.Bu evrenden önce başka bir evren vardı gibi birşey iddia edilse de sonuç yine değişmezdi çünkü o da madde olduğu için onun varlığı da açıklamaya muhtaç olurdu. Dolayısıyla fiziki olarak evrenden önce başka evren vardı diye sonsuza kadar gidemeyeceğiniz için muhakkak bir yerde ezeli bir varlığa dayamak zorunda kalırsınız. Ancak sadece ezeli bir varlığa dayamanız varlığı açıklayabilse de, neden böyle kurallı ve yaşam oluşturan bir evren ortaya çıktığını açıklamıyor. Demek oluyor ki, ezeli olmasının yanında, zeki, irade sahibi olmalı bu varlık. Bunlar da yetmiyor, madde ve zamanın başlangıcına neden olabilecek bir varlık olduğundan maddeden ve zamandan bağımsız olması da gerekiyor. Dikkat ederseniz, önümüzdeki evren bize, bizim bildiğimiz Tanrı’ya ait özellikleri veriyor.

Bilim insanları, neden böyle hassas ayarlara sahip bir evrenin var olduğunu açıklayabilmek adına ‘çoklu evrenler‘  ya da ‘paralel evrenler‘ gibi teoriler ortaya atsa da, bu teoriler bilimsel açıdan ispatlanabilir olmamakla birlikte, hala iradesi ve aklı olmayan nesnelerin neden böyle davrandığı ve kuralların neden var olduğu sorusunu cevaplamamıza yeterli olmuyor. Evreni ne kadar incelersek inceleyelim, herşeyin arkasında, ‘iradeli, mekansız, zamansız, varlığı ezeli, güç sahibi, zeki’ bir varlık olması gerektiği kaçınılmaz olarak karşımıza çıkacaktır.

Tam bu noktada ateistlerin, herşeyin bir nedeni varsa Tanrının nedeni ne? Tanrıyı kim yarattı gibi sorular sorabilirler. Bu soru ilk başta mantıklı gibi görünse de aslında değildir. Çünkü benim izah ettiğim düşüncede herşeyin nedeni vardır iddiası yerine, her sonucun bir nedeni vardır iddiası vardır. Bu iddiada Tanrı bir sonuç değildir. Varlığı ezeli olandır. Dolayısıyla nedensellik ilkesini Tanrı için şart koşamazsınız. Zaten siz Tanrıyı ezeli olarak ortaya koymadığınızda, başka bir şeyi ezeli olarak ortaya koymak zorunda kalırsınız. Eğer bunu yapmazsanız yokluktan bir şey oluştu demiş olursunuz bu da kendi içinde çelişkili. Evrenin (maddenin) ezeli olduğu görüşüne ise yukarıda değindim. Big bang teorisi bu görüşü ciddi manada ortadan kaldırıyor. Ayrıca, zeka ve irade sahibi olma özelliğini maddeye yükleyemediğimiz de bir gerçek. Sonuç olarak siz bir metafizik varlığa gitmek zorunda kalırsınız.

Buna ister Tanrı deyin, ister kozmik düzenleyici deyin, isterseniz de tasarımcı deyin. Neticede, herşeyin varlığını, bu niteliklere sahip bir varlığa dayandırmak zorundayız. Görünen sonuçtan başka bir izah cıkmaz. İşte bu noktada, dinler devreye giriyor ve az önce niteliklerini tanımladığımız varlığın dinde geçen Tanrı (islamda Allah) olduğu tezini değerlendirmeye başlıyoruz. Bu noktadan sonraki tartışmalar, “Din var mı ve hangi din kabul edilmeli” tartışmasının konusu olacaktır ki inşallah bu konuda da yazmaya çalışacağım.

Gökhan