ScreenShot045

Bundan önceki 4 yazıda, inanmayanların, kibirli olduklarına, zanna uyduklarına, dünya hayatına daldıklarına ve gerçeğin tek açıklaması olarak bilimi kabul ettiklerine değindik.

Bu yazıda ise, bilimi tek gerçek olarak kabul ederek üstün bir konuma kendini yerleştiren ateistin, Allah’ı inkar ederek aslında gerçekleşmesi ne denli imkansız bir duruma inandıklarını izah etmeye çalışacağım.

Önceki yazı: İmansızlığın 6 Şartı: (4) Bilime iman

5-Tesadüflere iman: Evrenin ve yaşamın kendi kendine oluşabileceğini düşünme

Önümüzde kocaman bir evren durmaktadır. Bu evren içinde, yüz milyarlarca galaksi, bunların içinde sayısız yıldız ve gezegen yer almaktadır. Bunların içinde küçücük yer kaplayan dünyamızda, sayısız türde canlı ve bitki bulunmaktadır.

Bu canlılar içinden insanda, kendinin farkında olma, yani bilinç gibi sadece atomlarla açıklanamayacak özellikler zuhur etmiştir.

İnsanoğlu, binlerce yıl içinde, ilkel hayattan, medeniyetler, kültürler ve teknolojiler meydana getirecek bir donanıma sahiptir. Hatta insan, evrende zerre kadar kapladığı alana rağmen, zekası ve aklıyla, bütün evreni anlayabilecek kapasiteye sahiptir.

Peki tüm bunlar ateistlerin iddia ettiği gibi kendi kendine, tesadüfen mi meydana gelmiştir?

Modern bilim bize, evrenle ilgili birçok yeni bilgi sağlamaktadır. Bilimin bize sunduklarını, insanlığın gelmiş geçmiş en önemli felsefi sorularına cevap bulmakta kullanabilir miyiz?

Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var? Evreni tasarlayan bir zihin var mı? İnsan tesadüfen mi var oldu yoksa bir yaratıcı var mı?

Not: Bu yazıda amacım, tasarım delilini savunmaktan ziyade, ateislerin tesadüflere nasıl körü körüne inandığını göstermek. Bunu yapabilmek için bir nebze olsun konu hakkında bilgi vermem de gerekecek. Bunu yaparken, daha etkili olacağı düşüncesiyle videolardan faydalandım. Yabancı kaynaklardan da video paylaşmak isterdim ancak herkesin anlaması için Türkçe kaynakları tercih ettim.

Hakikate ulaşmada en uygun yol nedir?

Günümüzde, hakikate ulaşma metodu olarak kullanılan en temel iki yöntem Tümevarım ve En İyi Açıklama metodlarıdır.

En iyi açıklama olarak çıkarım” (inference to the best explanation ) veya “en iyi hipoteze indergeme” (abduction) alternatif açıklamalar içinden akla en uygununu seçmeye dayanır.

“Birleşmeli tümevarım” (consilience of induction) ise, farklı alanlardan gelen delillerin aynı sonuca götürmesi yoluyla sonuca gitme yöntemidir.

Özellikle felsefi sorulara cevap arıyorken, bu iki metodu kullanarak akla en uygun gelen sonucun seçilmesi esas olmalıdır. Bilimde de bu metotlar kullanılmaktadır.

Bu iki yaklaşımın sonucu da eğer tasarıma işaret ediyorsa, hala aksinde diretmek, objektif olmak mıdır yoksa ideolojik bir seçim midir? Bunu incelemeye çalışalım.

Evren ezeli mi?

Aristodan beri asırlardır birçok insan, ezeli evren modelini savunmuşlardır. Bunun karşısında teistler ise evrenin yaratıcısı olduğu fikrini savundular.

Örneğin ünlü felsefeci George Politzer, big bang teorisinden önce, evrenin ezeli olduğunu ve yaratıcının olmadığını savunarak şunu demiştir:

Evren yaratılmış olsaydı, belirli bir anda Allah tarafından yoktan var edilmiş olması gerekirdi.

Nitekim inananlar zaten Kur’an’ın bunu ifade ettiğini biliyordu:

O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. En’am, 101

20. yüzyıla gelinince bilim de bunu kabul etmek zorunda kalacaktı.

Evrenin Bir Başlangıcı Var: Big Bang Teorisi ve Entropi Yasası

Bilimsel gelişmeler, önce entropi yasası ile sonra big bang teorisi ile evrenin bir başlangıcı olduğunu ortaya koydu.

Evrenin kökeni ile ilgili günümüzde en çok kabul gören teori, Big Bang teorisidir. Bu teoriye göre, evren sürekli genişlemektedir ve bu genişlemeyi geriye doğru sardığınızda, uzay ve zamanın belli bir noktada tekillik anında olduğu, yani bir başlangıcı olduğu anlaşılır. (Bkz. Big Bang Teorisi)

Big Bang teorisinin yanısıra, Entropi yasası gereği de evrenin ezeli olamayacağı çıkarımı yapılıyordu. Entropi yasası, termodinamiğin ikinci yasası olarak bilinir. Bu yasaya göre evrende düzensizlik sürekli artmaktadır ve bu tek yönlü, tersine döndürülemez bir süreçtir. (Bkz Entropi Yasası)

Düzensizliğin sürekli arttığı bir evren ezelden geliyor olamaz. Örneğin, bilim insanları güneşin bir gün sonunun geleceğini biliyor. Eğer güneş ezelden geliyor olsaydı çoktan yok olmuş olması gerekirdi. Demek ki bir başlangıcı var.

 

Buraya kadar bir sıkıntı yok. Zira, bu iki konu, fizikçilerin hemen hemen üzerinde ittifak ettikleri hususlar. Sorun, bunun felsefi sonuçlarının değerlendirilmesinde ortaya çıkıyor. Çünkü evrenin bir başlangıcının olmasının felsefi sonuçları çok büyük öneme sahip.

20. yüzyılda ortaya atılan Big bang teorisinden asırlar evvel Kur’an bize başlangıçta her şeyin bir arada olduğunu ve sonradan ayrıştığını ve hatta evrenin genişlemekte olduğunu bildiriyordu:

İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Enbiya, 30

Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. Zariyat, 47

Peki, Kur’an bize evrenin başlangıcı olduğunu söylüyorsa,  bilim de bunu tasdik ediyorsa, bu, yaratılış fikrine en azından sıcak bakmaya yetmez mi?

Çoğu ateist için maalesef yetmiyor.

Yokluktan bir şeyler çıkmasına inanmak

Önceleri ateistler, evrenin ezeli olduğu fikrini savunarak yaratıcının olması fikrini reddediyorlardı.

Evrenin başlangıcı olduğu ortaya çıktıktan sonra, ateistin, görüşünü savunmaya devam edebilmesi için, ya evrenin kendini yarattığını söylemesi gerekir ya da çoklu evrenler, paralel evrenler, döngüsel evren gibi alternatif ezeli evren iddialarına gitmesi gerekir.

Nitekim, yoktan bir şeylerin var olabileceğini iddia eden fizikçiler de mevcuttur. Örneğin ABD’li kozmolog Lawrence Krauss, evrenin yokluktan oluşabileceğini iddia etmiştir. Çağın önde gelen ateistlerinden Richard Dawkins de bu fikri desteklemektedir.

Peki bu ne kadar mümkündür?

Esasında Krauss’un ‘yokluk‘ olara tanımladığı, bizim felsefi olarak tanımladığımız ‘hiçlik‘ anlamında değildir. Krauss’un yokluktan kastı, Kuantum Alanı‘dır. Yani ortada, hala fizik yasalarının geçerli olduğu, potansiyel taşıyan bir alan vardır. Buna gerçek manada yokluk demek mümkün değildir. Çünkü bu fizik yasaları neden var diye hala sormamız gerekir?

Krauss ve Dawkins’in bu konuda ne dediğine ve ona verilen cevaba kısaca göz atalım:

Lawrence Krauss – Hiçlikten gelen evren (1 dk)
Lawrence’ı savunan Dawkins’in aldığı cevap (3 dk)

Not: 2. videoda geçen, felsefeci David Albert tarafından Lawrence Krauss’un iddialarını çürütmek için yazılmış New York Times makalesine buradan ulaşabilirsiniz.

Dikkat ederseniz, bir yaratıcı var demekten kaçınabilmek için ateistler tüm yolları deniyorlar. Yani, yaratıcı olması imkansız gelirken, yokluktan bu denli kurallı bir evren çıkabilmesine imkan tanıyabilmekteler.

Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar. En’am, 1

Evrenin Hassas Ayarlı Olması

Evrenin bir başlangıcı olduğunun ortaya çıkmasından sonra, bilim insanları bu alandaki çalışmalarını geliştirdiler. Fark ettikleri şey gerçekten şaşırtıcıydı.

Çünkü, Big Bang’in daha ilk anlarından itibaren inanılmaz derecede hassas bazı ayarların bulunması gerekiyordu ki, evren günümüzdeki gibi olabilsin ve yaşam oluşturabilecek bir yapıya kavuşabilsin.

Peki evrenin böyle hassas ayarda olabilmesini neyle açıklayabiliriz?

Seçenekler, evrenin böyle olmasının zorunluluk olduğu, şans eseri olduğu veya tasarım sonucu olduğudur. Zorunluluk olması için, doğa yasalarının kendi kendini var edip, yaşam oluşturacak bir evren için gayesel bir hareket içinde olması gerekirdi ki, bunu mantıklı bulmayız.

Şans seçeneği ise saçmalık derecesinde naif olmayı gerektiriyor. Zira bu ayarlar, neredeyse aklımızın alabileceğinden daha düşük bir olasılıkta.

Geriye en makul seçenek olan tasarım seçeneği kalıyor.

Gelin hassas ayarların ne olduğuna bu kısa videoda göz atalım (6 dk)

Tespit edilen bu bilimsel veriler, yine Kur’an’ı tasdik ediyor. Allah’ın evreni hassas bir ayarda yarattığını asırlar öncesinden biliyorduk.

Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık. Kamer, 49

Not: Hassas evrenlere ilişkin bir çok karşı argüman da (çoklu evren, paralel evren gibi) üretilmiştir ama yazının amacından sapmaması için bunları burada ele almadım. İlgilenenler bu iki videoya göz atabilir. Video 1 Video 2

Bilimde her zaman yüzde yüz kesinlik var mı?

‘Ben sadece bilime inanırım gerisi boş diyenler’ için başka bir bakış açısı daha sunmak istiyorum. Acaba ‘ben sadece bilime inanırım’ derken, bilimsel keşiflerin yüzde yüz kesinlikte ve asla aksi mümkün olmayacak şekilde olduğunu mu sanıyoruz. Bunu düşünmek, bilimden habersiz olmak anlamına gelirdi.

Örnek olarak, yakın zamanın en önemli keşiflerinden olan Tanrı Parçacığı, asıl adıyla, Higgs Bozonunu vermek istiyorum.

CERN deneylerinde bilim insanlarının, daha önce matematiksel olarak ortaya koyulan Higgs bozonunu keşfettiklerini duyurduklarını biliyoruz. Peki bu keşif nasıl olmuştu?

Bilimsel gözlemlerde elde edilen sonuçlarda standart sapma 1 sigma ise bu, rastgele sonuç, 3 sigma ise gözlem, 5 sigma ise keşif olduğu kabul edilir. Higgs Bozonu ise yaklaşık 5.9 sigma seviyesinde tespit edilmiştir.

Örneğin, deney sonucuna göre, Higgs bozonunun var olmama ihtimali 550 milyonda bir civarında, yani çok küçük olduğundan, var olarak kabul edilir. (Bkz. CERN ilgili sayfa)

Yani, bilim kesin bilgiye ulaşma kaynağımız denilirken aslında burada da nihayetinde, istatistiki/akli bir sonuç çıkarımı yapıldığını ve çok küçük ihtimalin gerçekleşmeyeceğinin varsayıldığını belirtmek zorundayız.

En başta dediğimiz gibi, sonuca giderken akla aykırı derecedeki küçük ihtimaller elimine edilir.

Evrenin kendi kendine olduğuna inanmak rasyonel mi?

Peki, bilimi tek bilgi kaynağı kabul eden ateistler, 550 milyonda bir olasılığın gerçekleşmesine ihtimal vermiyorlarsa, bundan çok çok çok daha küçük olasılıklarda olan evrendeki hassas ayarların ‘tesadüfen var olma’ seçeneğini nasıl da hemen kabul edebiliyorlar?

Gelin ne denli zor bir şeye inandıklarını aşağıdaki videoda izleyelim (5 dk)

Bu kadar Şüpheci Biri Normal Hayat Yaşayabilir mi?

Bütün bu düşük olasılıklara rağmen, fikrinden dönmekte zorlanan bir ateist, tüm bunların arkasında bir zihin ve irade olduğu seçeneğini reddedip, bu kadar düşük olasılıkların kendiliğinden gerçekleşeceğine inanabilir mi? Diyelim ki inandı, bu durumda tutarlı bir halde yaşaması mümkün mü?

Eğer biz bu kadar küçük olasılıkların tesadüf eseri meydana geldiği ya da gelebildiğini kabullenirsek, o zaman hayat içindeki hiçbir şey için bir kesinlikten bahsedemez hale geliriz.

Yani, Allah’ın varlığı konusunda bu olasılıkların tesadüfi olarak oluşabileceğini söyleyip, günlük hayatta binde bir gerçekleşme olasılığı olan ihtimalleri bile zihnimizde eliyorsak o zaman çelişki içinde oluruz.

Eğer Allah’ın varlığı konusunda bilinemezci bir yaklaşım sergiliyorsa biri, tutarlı olması için, hayatta tüm diğer konularda da bu yaklaşımını sürdürmesi gerekir.

Şunu örnek olarak düşünebilirsiniz. DNA testinin sonucu bize %99.99 oranında kesinlik verir. Yani aslında on binde bir oranında yanılma payı mevcut. Biri  eğer rahatça herhangi bir hassas ayarda bulunan 1080’de 1 gibi imkansız derecesindeki bir olasılık için ‘ya olmuştur işte’ diyebiliyorsa, kendi babasının kim olduğu konusunda bile şüphe etmesi gerekmez mi?

O zaman, aklımıza dahi güvenemez duruma geliriz ve hayattaki hiçbir bilgi güvenilmez, inanılmaz hale gelir ki bu şekilde yaşanmaz.

Sonuç

Önümüzde, ateist bilim insanlarının bile kabul ettiği hassas ayarlı bir evren varken ve bu evrenin tesadüfle bu hale gelmiş olması akıl almaz derecede düşük bir olasılığa sahipken, buna en iyi açıklamayı getiren tasarıma inanmayıp, elle tutulur bir alternatif açıklama yokken, neden hala tesadüfi açıklamayı savunmaya çalışalım?

Bence, bu durumda hala tesadüflere inanmak, Allah’a imandan katbekat fazla iman gerektirir.

Eğer objektif bakabiliyorsak, şu anki veriler ışığında akla en uygun olan tasarım seçeneğini seçmemiz beklenir. Tıpkı ömrünün büyük bir kısmını ateist olarak geçiren Anthony Flew gibi, kararımızdan dönecek cesareti göstermemiz gerekir.

Bakalım kendisi ne demişti (1.5 dk):

İnananların akıllarını kullanmayıp, ön kabullere göre hareket ettiğini söyleyen ateistler, kendileri ön kabuller içinde, gerçekleşmesi akla, mantığa uymayan olasılıkları tercih ettiklerini farkedip akıllarını kullanabilecek mi?

Bu Kur’an; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir. Nisa, 82

Şüphesiz bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır. Hicr, 75

 

Sonraki yazı: İmansızlığın 6 Şartı: (6) Akla İman

Gökhan

Ateizm Çelişkileri Dizisinin Önceki ve Sonraki Yazıları<< İmansızlığın 6 Şartı: (4) Bilime İmanİmansızlığın 6 Şartı: (6) Akla İman >>