İstemek

İnsan olmak bir anlamda istemek demek. Yani isteyebiliyor olmak insan olmanın önemli özelliklerinden biri. Peki ‘İstemek’ hakkında hiç düşündünüz mü?

Bu yazı, biraz kendi içimize bakmamızı sağlayacak, her gün yüzlerce kez zihnimizden geçen şeylerin bizi nasıl etkilediğini fark ettirecek kısa kısa bazı notlardan oluşuyor. Notlar kısa ama uzun süre üzerine düşünmek gerektiğine inanıyorum.

İstemek ve İrade

İnsanın iradesi, insandaki isteme mekanizması ile ilişkili çalışıyor. İstemek ve iradenin arasındaki ilişkiyi çözmeden insanın temel işleyişini anlamlandırmak zor. Nitekim, bir anlamda irade, istediğimiz şeylerle istemediğimiz şeyler arasında seçim yapabilme gücüdür.

Neden bu şekilde tanımlıyorum? İnsanı insan yapan özelliklerden biri bilinç ve buna bağlı iradedir. Yani bilinçli bir irade denilebilir. Öyleyse, güçlü irade, aklımızı kullanmamız neticesinde iyi veya kötü, faydalı veya zararlı, gerekli veya gereksiz vb. şekilde tanımladığımız şeyler arasında bilinçli bir tercih yapabilmeyi gerektirir.

Bu anlamda, irademizin gücü, bize hoş gelen ama zararlı şeyleri yapmamak; bize zor gelen ancak faydalı şeyleri yapmak ile ölçülebilmektedir.

Faydalı ve zararlı şeyleri nasıl ve neye göre belirleyeceğiz gibi bir soru doğabilir zihnimizde. Tabii bu esasında ayrı bir yazının konusu ancak söylenebilir ki insanda bu ikisi arasındaki ayrımı yapabilecek temyiz kabiliyeti doğuştan bulunuyor.

Hayatta çoğu başarı, çoğu mutluluk, çoğu özenilen şey bu formüle tabidir. Örneğin, ders çalışmak bize zor gelse de bunu yapmamız gerektiğini biliriz. Spor yapmak zor gelse de bize yararlı olduğunu biliriz. Benzer şekilde, şekerli yiyecekler bize güzel gelir ama zararlı olduğunu biliriz yahut nefsimize güzel gelen ancak yarar sağlamayacak şeyleri biliriz.

İşte bu noktada, istediğimiz bazı şeylerden vazgeçebilmek; istemediğimiz bazı şeyleri yapabilmek bizi ideal insana doğru yaklaştırır. Buradan hareketle, insanın iradesinin neden test edildiği, insanın neden imtihan ediliği de anlam kazanmaktadır.

İnsanın iradesinin en makul bir biçimde test edilmesi, insana hoş gelen kimi şeylerin yasaklanması; insana zor gelen şeylerin de emredilmesi şeklinde gerçekleşmektedir.

Bu bağlamda bu dünyaya geliş amacımız da insandaki bu isteme özelliğinde gizli diyebiliriz. Çünkü ‘istemek’ , özgür iradenin temelini oluşturmaktadır.

İstekler ve Hazlar

İnsandaki isteklerin bir kısmı hayatımızı devam ettirmek için zorunlu olmakla birlikte, büyük çoğunluğu kendimizi tatmin etmek, iyi hissetmek, haz almak üzerinedir.

Ortalama günümüz insanının hazları maksimize etme amacını güttüğünü söylemek sanırım yanlış olmaz. Bu isteklere baktığımızda, aslında doyumsuz bir iştahla sürekli ‘sahip olma‘ temelli bir arzu girdabı içinde olduğumuzu görüyoruz. Neden doyumsuz diyorum, çünkü insan sahip oldukça tatmin olacağını sansa da ne yazık ki o tatmin çok da uzun sürmüyor.

İnsan her zaman elde edebileceğinin en üst sınırına ulaştığında tatmin olacağını sanır ama o sınır, ona yaklaştıkça yükselir.

Hazları, maddi ve manevi olarak ikiye ayırmanın uygun olacağını düşünüyorum. Maddi olarak örnek verebileceklerimiz, yemek yeme, seks, mal mülk sahiplenme, para, mevki vb. istekler, manevi olanlar ise biraz daha geniş bir skalada ele alabileceğimiz sevilme, sevme, özlenme, huzur, takdir görme, sevindirme, güvende hissetme vb. istekleri sayabiliriz.

Bu sınıflandırmayı Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine de göre yapmak mümkün elbette ama ben anlatmak istediğimi sadeleştirmek adına daha yalın bir sınıflandırmayı tercih ettim. Ancak Maslow’un temel aldığı insan davranışı da, insanların bir ihtiyacı tatmin ettikçe başka bir tatmine doğru yöneldiği ve hiç doymadığıdır.  Ayrıca burada istek ve ihtiyaç arasındaki farkı da dikkate almak gerekiyor. Her ihtiyacı gidermek isteriz ama her istediğimiz şey bir ihtiyaç değildir.

Burada vurgulamak isteğim şey de biraz bu. Yani istediklerimiz ne kadar ihtiyacımız olan şeyler ya da şöyle belirtmek gerek bize haz versin diye peşinde koştuklarımız gerçekten bize iyi gelen şeyler mi? Maddi hazların sıfırlanması gerekmese de, maddi hazlardaki doyumsuzluk insanı yanlış noktalara sürükleyebiliyor. Bu çeşit bir doyumsuzluğun arkasında insanın içindeki bazı boşluklar var ve çoğu zaman psikolojik anlamda değerlendirilmesi gerekiyor.

Lakin insan çoğu zaman bu boşlukların nereden kaynaklandığını tespit etmekte zorlandığından, içindeki bu eksikliği bir şeylerle doldurma arayışına girdiğini görüyoruz. Şehvetini dizginleyemeyen birinin bunu gidermek için tonca zaman ve emek harcaması gibi.

İstemek ve Elde Etmek

Bir şeyi istemekle o şeyi elde etme arasında ters orantı mevcut. Bunu bir grafikle izah etmek istersek:

Şekilde görüleceği üzere, istediğimiz bir şeye henüz sahip olmadığımızda ona karşı duyduğumuz istek çok fazla. Elde etmek için yanıp tutuşuyoruz. Ne var ki onu elde ettiğimiz andan itibaren en baştaki isteğimizden eser kalmıyor.

En son deli gibi istediğiniz bir şey varsa bunu siz de düşünebilirsiniz. Hangi istediğimiz şeye sahip olduktan sonra, ona karşı isteğimiz aynı seviyede kaldı. Özellikle elde edememe süremiz uzadıkça, istek seviyemiz artmakta, elde ettikten sonra da istek giderecek azalmaktadır.

Bir dahaki sefere bir şeyi çok istediğinizde ya da istediğiniz bir şeyi elde edemediğinizde bunu aklınızda tutun. Özellikle ihtiyacınız olmayan bir şeyi istediğinizde yani haz temelli bir istekte bulunduğunuzda bilin ki, elde etseniz isteğiniz bitecekti. Yani elde etmeden önce içinizdeki o elde etmeye dair var olan arzu elde edince yok olacaktı.  Öyleyse, elde etmek her zaman güzel bir şey değil, çünkü istemenin güzelliğini yok ediyor. Belki de sadece isteme halinde kalıp bunun hazzıyla yetinmeyi bilmeliyiz.

 

 

 

Haz ve Elde Etmek

.

.

Diğer bir analiz noktası ise haz ve elde etme arasındaki ilişki. Çok istediğimiz bir şeye sahip olduğumuzda büyük haz yaşayacağımızı ve onun hep devam edeceğini sanırız. Oysa durum ne kadar böyle.

Yandaki şekilde görüleceği üzere, bir şeye henüz sahip değilken, elde etmemişken bir haz duymuyoruz. Elde ettiğimiz andan itibaren hazzımız artıyor ve zirve noktasına çıkıyor. Aradan zaman geçtikçe aldığımız haz azalıyor.

Örneğin bir bisiklet istediğimizi düşünelim. Bisikleti elde edince çok mutluyuz, hayalimize kavuşmuş oluyoruz. Başlarda sık sık aklımıza geliyor, kullanıyoruz ancak haftalar sonra o isteğimizden pek de eser kalmıyor, belki hiç kullanmamaya başlıyoruz. Ben bisikleti örnek verdim ama kadın erkek ilişkileri bile ne yazık ki böyle.

Anlamamız gereken nokta şu, neye sahip olursak olalım, bir şeye sahip olmadan önce, sahip olduğumuz zaman duyacağımızı düşündüğümüz hazzı, sahip olduğumuzda duymayız. 

 

Elde Etmek ve Mutluluk

Çoğu insan mutluluğun elde etmekte olduğunu sansa da bana göre esas mutluluk istiyor olmakta. Öyle ki, her istediğini elde eden birinin mutlu olacağını düşünsek de böyle olmuyor. Elbette sadece isteyip hiç ele edemiyor olmak da mutsuzluk verecektir. Burada demek oluyor ki bir denge söz konusu.

Hala bir şeyler istiyor olmak, insanı motive eden bir unsurdur ve insan bu motivasyondan yaşama enerjisi çıkarır. O nedenle istediklerimizin olmuyor olması bizim için her zaman kötü bir şeydir tanımlaması yapamayız. Bazen elde etmek bizim için iyiyken bazen de elde etmemek iyidir. Elde etmenin bir hazzı olsa da bu haz sönümlenen bir hazdır, lakin istek düzeyindeki haz daha kalıcı ve etkilidir.

Denilebilir ki, istemenin getirdiği lezzet, haz, şevk, arzu elde etmenin getirdiği mutluluktan daha besleyicidir.

Bu konuda ünlü düşünür Bertnard Russel da ünlü sözünü bu anlamda söylüyor: ‘İstediklerimizin bazılarını elde edememek, mutluluğumuzun ayrılmaz bir parçasıdır.

Şunu da eklemek gerekir ki, günümüz ekonomik dinamikleri bizi ihtiyacımız olmayan şeyleri istemeye ve onları elde ettiğimizde mutlu olacağımıza inandırmak için kurgulanan algı oyunlarından ibaret. Satın al, elde et, mutlu ol anlayışını bize empoze ediyorlar ve biz de gerçekten kendi isteğimiz olduğu için ya da gerçekten ihtiyacımız olduğunu sandığımız için gidip dediklerini yapıyoruz. Kendimizi hep akıllı sandığımız için aldatıldığımızı, yönlendirildiğimizi, kullanıldığımızı fark etmiyoruz bile!

Beklenti ve Mutluluk

Mutluluk esasında elde etmekten çok beklenti ile ilişkilidir. Fazla şeyleri bekler ama az şey elde edersek mutsuz hissederiz ancak az şey bekler ve beklentimizi elde edersek mutlu, beklentimizden fazlasını elde edersek çok mutlu oluruz. İşte o nedenle bize yüksek beklenti içine girmemiz için psikolojik mesajlar veriliyor. Oysa o kadar yüksek beklenti bizim için gerekli değil.

Süper arabalar, en akıllı telefonlar, en pahalı oteller hep sizin hak ettiğiniz şeyler olarak sunuluyor. Açıkçası kimsenin sizi önemsediği yok, neyi hak ettiğinizi de. Sadece kendinizi daha çok önemsemenizi ve ‘ben buna değerim‘ deyip elinizi cebinize atmanızı istiyorlar. Sonuçta 100 özelliği içinden sadece birkaçını kullandığınız bir telefona binlerce lira verip almanın mutluluğu içinde hayatınıza devam ediyorsunuz.

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki insanların mutluluk oranı, içinde bulunduğu duruma göre şekilleniyor ve hayatta başına gelen kötü şeylere veya fakirlik gibi faktörlere rağmen tersi durumdaki kişilere benzer mutluluk oranları karşımıza çıkıyor. Bunun nedeni insanın kendisini, isteklerini ve beklentilerini mevcut durumunu baz alarak şekillendirmesidir.  Mutluluk da işte bu beklentinin karşılanma oranı olarak hissediliyor. 

Bu yazıdan ne çıkarmalıyım?

Bana sorarsanız bu yazıdan çıkarılması gereken şey, kendi iç mekanizmalarımızın çalışma şekli hakkında biraz daha düşünmemiz gerektiğidir. Neyi neden istiyorum, benim buna ihtiyacım var mı gibi kendimize sorular sormak, hep kendimizi mutlu etmek peşinde koşmayı bırakıp yapılması gereken esas şeylerin ne olduğunu analiz etmek, mutluluğun her zaman elde etmekten geçmediğini, bunun çoğunlukla irademizi erozyona uğrattığını fark etmek ve irademizin güçlenmesi için doğru ve yanlışlara ilişkin tercihlerimizi gözden geçirmek yapabileceklerimizden bazıları.

Unutmayalım ki ‘istemek’ hayatımızda sandığımız kadar basit ve önemsiz bir yer kaplamıyor. 

Not: Bir süredir yeni yazı yazamıyorum, siz de farkındasınız. Bu süre zarfında yeniden yazmam doğrultusunda birçok e-posta aldığımı belirtmeliyim. Öncelikle bu inceliğinizden dolayı size teşekkür ederim. Uzun zamandır yazı yazmadığım halde siteye veya bültene abone olan birçok arkadaşımıza da bu vesileyle hoş geldin demek istiyorum.

Şu sıralar epey fazla şeyle aynı anda ilgilenmek durumundayım o nedenle istediğim kadar yazmaya zaman ayıramıyorum. Özellikle daha önce yazmayı taahhüt ettiğim birkaç yazı var bu konuda beklentileri olanlar için söyleyebilirim ki bu amaçtan vazgeçmiş değilim. Umarım yakında yeniden görüşürüz.

Selamlar,

Gökhan